9 Kasım 2009 Pazartesi

Ölenle Ölmemek ve Atatürk'ü Eserler İle Yaşatmak

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu kadrosuna liderlik eden Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünün 71. yılını saygı ve dua ile anıyor ve bu konu ile yeri gelmişken aklımdaki birkaç düşünceyi şöyle bir kurcalamak istiyorum. Aslında Sn. Başbakan'ın TRT kanalına verdiği mülakatta söylediği “ölenle ölmüyoruz ve öleni eseler ile yaşatıyoruz” cümlesi benim düşündüklerimle çok ilgili. Çünkü ölüm yıldönümünde Mustafa Kemal Atatürk'ü anarken, ölenle ölmek veyahut ölmüşlüğünü kabul etmek arasındaki çizginin hassasiyetine vurgu yapmak istiyorum.

Yıllar önce bir gazetenin ilk sayfasında farkettiğim çelişki bu konu ile ilgili okyanusumun kapağını aralamıştı. Neredeyse %99'u islam inancını taşıyan Türkiye'de sanıyorum ki bir kandil gününün ertesinde gazetenin ilk sayfasındaki iki başlık çok etkileyiciydi. İlk başlıkta “Bu çağda bu zihniyet, ölüden medet umuluyor” yazmaktaydı ve bir önceki gün kandil vesilesi ile türbeleri ziyaret eden vatandaşlara ağır bir eleştiri yapılıyordu. İkinci başlık ise “Yetiş atam kurtar bizi” şeklindeydi. Cümleleri tam doğru olarak hatırlayamıyor olabilirim ama başlıklardan çıkan mesajlar tam olarak bu şekildeydi ve ikinci başlığın hemen altında büyükçe bir Atatürk fotoğrafı vardı. İlk bakışta gayet mantıklı gelen bu haber bir düşününce aslında fena halde saçmaydı. İlk başlığa göre ölüden medet umulmazdı ama ikinci başlıkta ölüden medet umuluyordu. İkinci başlığın altındaki fotoğraf Atatürk olduğuna göre sanıyorum Atatürk'ün ölü naaşından medet ummak meselesi çok da garip gelmemişti. Tabiki orada başka bir mesaj ile Atatürk değerleri de işaret ediliyor olabilirdi. Ancak ne olursa olsun işin trajikomik yanı ölüden medet ummamayı çağdaşlık olarak gösterirken ölüden medet umabilmekti. Tabiki bu meseleyi farkedince benim gözümde bir Atatürk küçümsemesi olmadı, Atatürk üzerinden birileri birşeyleri ve diğerlerini aşağılamaya çalışmaktaydı. Konuyu paylaştığım insanların bir kısmı bunu yapanları rozet Atatürkçüleri olarak değerlendiriyordu kimileri ise herşeyin çok normal olduğuna işaret ediyordu.

Bu örneği yaşadıktan sonra defalarca Anıtkabir'i ziyaret ettim. Hatta geçenlerde bir proje için Ankara'ya gittiğimde Anıtkabir'e bir kez daha gittim. Her Anıtkabir ziyaretimde aslında bazı gözlemlerde yapıyordum. Özellikle Anıtkabir'de insan davranışları beni çok etkilemişti. Bildiğiniz gibi ve bence olması gereken bir kabir ziyaretinde dua edilir. Çünkü kabir dediğiniz şey yaşamını yitiren kişinin cenazesinin defnedildiği yerdir ve oraya gidilerek eller semaya açılır ve dua edilir. Ben bunu sanıyorum ilk kez bayram namazlarından sonra yapılan kabir ziyaretleri ile babamdan öğrenmiştim. Fakat Anıtkabir'de yaşanan kabir ziyaretlerinde, insanların mozolenin önüne gelişleri, mozolenin önündeki davranış şekilleri beni şaşırtmıştı. Bir keresinde başörtülü bir teyzenin mozoleye geldiğinde başörtüsünü başından çıkarttığını görüp çok şaşırdığım gibi birçok seferde insanların sadece kafa sallayarak mozoleyi selamlamasını garipsiyordum. Anıtkabir'e yaptığım son ziyarette ben yine mozoleye geldim ve ellerimi semaya açarak dua ediyordum. Şöyle bir etrafa bakınca insanların bir kısmının beni garip bakışlarla izlediğini farkettim. Kendimi bir anda yabancı gibi hissettim. Sanki ben başka bir ülkeden gelen bir turisttim ve insanlar bana öyle bir hisle bakıyorlardı. Ben büyük liderin ruhuna bir fatiha armağan ederken aslında çok da rahat değildim. Çünkü dua okumak için gerekli olan abdest durumu için Anıtkabir'de herhangi bir abdesthane veya bu işi görecek bir yer yoktu. Bu durumu da diğer selamlama meselesi ile birleştirince kendimce acaba burası AnıtKABİR mi, AnıtMÜZE mi diye soruyordum. Tabi bunları anlatırken aklıma Volkan Konak'ın söylediği “çorap kokulular Anıtkabir'e gitmesin” sözü de aklıma takılmıyor değil. Şarkılarını çok sevdiğim sevgili Volkan Konak bu cümlesi ile kendisine olan saygımı yitirmeme neden oluyordu. Anıtkabir'e gidebilecek veya gidemeyecek olan insanları bir sanatçı kendisinin dünya bakışı ile nasıl belirlemek isterdi? Ayrıca Anıtkabir'e girebilecek veya giremeyecek insan modelleri olabilir miydi? Mevzu Anıtkabir olduğu için aklıma bir mesele daha takılıyor. Anıtkabir'in aslanlı yol adı verilen kısmında yere döşenen taşların rastgele ve aralıklı olarak yerleştirilmesinin manasızlığı... Aslında ilk bakışta çok manidar. Düşünce o taşların aralıklarına insanların basmaması için başlarını aşağıya eğmek zorunda kalarak önlerine bakmasının sağlanmasıymış, bu da Atatürk'e giderken başın öne eğilmesi ve saygı gösterilmesi ile ilgiliymiş. Şimdi benim canımı sıkan ve anlamsız bulduğum mesele “başını öne eğmenin” zorla sağlanarak zorla saygılı bir yürüyüş tertip edilmek istenmesi. Sanki Mustafa Kemal Atatürk saygıyı haketmez veyahut zorla saygı duydurulması gereken bir insanmış gibi bir yaklaşım. Bana kalırsa insanımız ve insanlar Mustafa Kemal Atatürk'e canı gönülden büyük bir saygı duymaktadır ve esas olanda budur.

Şimdi birileri bu yazının içeriğini gereksiz bulabilir. Art niyetli olduğumu düşünebilir. Hatta bana dümdüz küfür bile edebilir. Ancak benim temel olarak anlatmak istediğim; zaten büyük olan, herkesin büyüklüğünü ve dehasını kabul ettiği, onun büyüklüğünü anlatmak ve ona saygı duydurmak gibi bir gereksinim olmayan Mustafa Kemal Atatürk'ün, onu sevdiğini, onu saydığını ve tüm insanlara onu saydırtmak gibi bir durumu misyon edinmişlerce daha çok küçük düşürüldüğüdür. Türkiye'de halen daha birileri Mustafa Kemal Atatürk üzerinden nemalanmaya çalışmakta ve hatta bu konuda gayet de başarılı olabilmektedir. Ancak bunu yapanlar sembol ve rozet Atatürkçülüğünden öteye geçemedikleri gibi Atatürk'ün en çok sevdiği milletine de hizmet noktasında hiçbirşey verebilmiş değilllerdir. Anıtkabir'e yarın birçok insan gidecektir, Ata'yı saygı ile anacaklardır.

Benim en büyük temennim; Mustafa Kemal Atatürk'ün sadece ölüm günleri ve önemli günlerde anılması yerine, Türkiye'de afedersiniz kuş pislese Anıtkabir'e koşulması yerine, ciddi anlamda anlaşılmaya çalışılması, kişiliği ve eserlerinin tartışmaya açılabilmesi ve cumhuriyeti emanet ettiği gençlerce revize edilebilmesidir. Herhalde kimse dünyanın halen daha 1938 şartlarına göre döndüğünü iddia edemeyecektir. Atatürk öldükten sonra dünya, bir sıcak savaş ve hemen akabinde uzun yıllar süren bir soğuk savaş dönemi geçirmiştir. Artık herkes takdir etmelidir ki 20. yüzyıl kafası geride kalmış ve 21. yüzyıla ulaşılmıştır. Dünya'nın etrafında döndüğü dinamikler epey değişmiştir. Mutlaka büyük lider Mustafa Kemal Atatürk geleceği de gören bir takım değerlere sahipti. Mutlaka kendisinin bıraktığı eserler bizlere ışık tutacaktır. Ancak artık Mustafa Kemal ölmüştür, kendisi Anıtkabir'de bizler için büyük bir sembol olarak yatmaktadır. Bize düşen ölenle ölmek yerine geleceğimize yön verecek eserlere imza atmaktır.

Burak YALIM 10/11/09

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder