4 Ocak 2010 Pazartesi

Brüksel'in Alternatifi İstanbul Merkezli Ortadoğu mu?

Türkiye'nin Avrupa Birliği serüveni deyim yerindeyse “uzun ince bir yolda” yarım asırdan uzun bir süredir devam etmektedir. 12 Eylül 1963'te imzalanıp 1 Aralık 1964'te yürürlüğe giren Ankara Antlaşması ile birlikte Türkiye “ortak üye statüsü kazanmış ve tam üyelik kazanılana kadar hazırlık süreci, Gümrük Birliği'ne geçiş dönemi ve nihai dönem öngörülmüştür. 1970 yılında imzalanan Katma Protokol ile Gümrük Birliği´ne geçiş dönemine ilişkin koşullar saptanmıştır. 14 Nisan 1987 tarihinde de Türkiye, Avrupa Topluluğu´na tam üyelik için başvurmuştur. Ancak, Türkiye´nin tam üyelik talebine ilişkin olarak Topluluk Komisyonu, Avrupa Konseyi´ne olumsuz görüşünü bildirmiş, daha sonraki dönemde 6 Mart 1985 tarihindeki Ortaklık Konseyi toplantısında Gümrük Birliği kararı alınmış ve bu karar Avrupa Parlamentosu tarafından 13 Aralık 1995 tarihinde onaylanmıştır. Böylece 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren Türkiye, Avrupa Topluluğu ile Gümrük Birliği´ne geçmiştir. Ancak, Türkiye´nin nihai hedefi Avrupa Birliğinin tam üyesi olmaktır. Türkiye bu hedefine ulaşmak yönünde istediği müjdeyi 1999 Helsinki Zirvesi'nde elde etmiş ve Avrupa Birliği'ne adaylık statüsü kazanmıştır. 17 Aralık 2004 tarihinde toplanan Avrupa Birliği zirvesinden çıkan müzakereleri başlatma kararı ile birlikte Türkiye, 3 Ekim 2005'te başlayan ve halen devam etmekte olan müzakere sürecine girmiştir. Müzakere sürecinde Türkiye'nin 35 müzakere başlığında öngörülen koşulları gerçekleştirmesi beklenmektedir.


Türkiye – Avrupa Birliği ilişkileri ilk başladığı günden bu zamana kadar inişli çıkışlı dönemler geçirmiştir. Türkiye'nin son viraj olarak nitelenen müzakere sürecinde de Avrupa Birliği ile ilişkilerinde belirli bir istikrarı yakaladığı söylenemez. Avrupa Birliği içerisinde Türkiye'nin üyeliğine dair fikir ayrılıkları oluşu, Türkiye'nin iç kamuoyunda Avrupa Birliği'ne üyelik konusundaki isteğin çeşitli dönemlerde değişken olması bu durumun en somut örnekleridir. Avrupa Birliği içinde son dönemde başta Merkel ve Sarkozy olmak üzere ağırlıklı olarak sağ siyasilerin görevde bulunması ve onay süreci tamamlanan Lizbon Antlaşması ile birlikte AB Başkanlığı ve AB Dış İlişkiler Yüksek komiserliğine seçilen yöneticilerin Türkiye karşıtı söylemleri, Türkiye'nin üyelik sürecine dair olumsuz havayı arttırmaktadır. Yine son dönem Türk Dış Politika'sında yaşanan gelişmelerin Türkiye'nin eksek değiştirdiği şeklinde yorumlanması, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun 2009 yılı değerlendirme toplantısında rakamlar ışığında Avrupa yönüne yapılan ziyaretlerin daha fazla olduğunu göstermesine rağmen Türkiye – Avrupa Birliği ilişkileri konusunda soruişaretleri oluşturmaktadır.

Türkiye'nin iç kamuoyunda zaman zaman dillendirilen tek seçenek Avrupa Birliği mi sorusu ve Türkiye'nin Avrupa Birliği tarafından çifte standartlara maruz bırakıldığı algılaması sonucunda Türkiye hangi alternatiflere sahip sorusu gündeme gelmektedir. Hatırlanacağı üzere Başbakan Erdoğan “bizim için Avrupa Birliği reformları önemli, sona gelindiğinde üye olup olmama kararını Türkiye verecektir” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Bu açıklama ve cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eksen kayması tartışmalarına ilişkin açıklaması bire bir örtüşmektedir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de “Türkiye'nin yönünün neresi olduğunu anlamak için hangi değerleri geliştirmeye çalıştığına bakmak yeterli olacaktır” mealinde bir açıklama yapmıştı. Her iki açıklamanın da ulaştığı nokta Türkiye'nin yapısal reformları gerçekleştirmek için Avrupa Birliği çıpasına tutunma ihtiyacı olduğunu göstermektedir. Açıklamalar nihai hedefin Avrupa Birliği üyeliği yönünde olduğuna dair herhangi bir işaret vermezken Türkiye'nin son dönem dış politika ekseninde Ortadoğu'nun çok daha önemli bir yere oturması akıllara başka bir alternatif getiriyor.

Türkiye'nin Ortadoğu bölgesine dair AB Modeli uyguladığı düşüncesi son dönemde bazı uzmanlar tarafından dillendirilmektedir. Avrupa Birliği'nin ilk çıkış noktasında kıta Avrupasındaki savaşları engellemek, işbirliğini arttırmak ve bunu öncelikli olarak ekonomik işbirliği temeline oturtmak olduğunu düşündüğümüzde, Türkiye'nin sınır komşuları ile ilgili yönettiği “sıfır sorun” politikası ve “yüksek düzeyli stratejik işbirliği” konseyleri kurması bu noktada anlam kazanmaktadır. Türkiye'nin ilk olarak Suriye ile sınırları kaldıran vize uygulamasını gerçekleştirmesi ve serbest ticaret anlaşması imzalamış olması eğer ortada bir AB Modeli uygulaması varsa burada pilot ülkenin Suriye olduğunu göstermektedir. Nitekim Suriye ile vize uygulaması kalkması, Suriye'de de birtakım yerlerde Türkiye'ye benzer bir şekilde sigara yasağı uygulanmasını beraberinde getirmiştir ki bu örnekte Suriye'nin Türkiye'den doğrudan etkilendiği ve reformlarında model aldığını göstermektedir. Suriye'nin pilot ülke olması örneğini güçlendirecek diğer bir arguman ise serbest ticaret anlaşmasına hizmet sektörünün de eklenmiş olması ve AB ülkelerinin arasındaki ortak hava sahası uygulamasının benzerinin Suriye ile kurulmasının planlanmasıdır. Gelecek ay Türkiye ile Suriye arasında gerçekleştirilecek yüksek düzeyde stratejik işbirliği konseyi toplantısının gündem maddesi olacağı düşünülen ortak hava sahası gerçekleşirse, Şam – İstanbul uçak seferleri tıpkı İstanbul – Ankara uçak seferleri gibi gerçekleştirilebilecek. Ortak hava sahası projesi aynı zamanda Ortadoğu'nun diğer ülkeleri ile genişletilebilecek bir vizyona sahip çünkü Eylül 2009'da Irak'ında katıldığı Türkiye – Ortadoğu Havacılık Grubu (T-MAG) Mayıs 2009'da Türkiye – Suriye – Lübnan – Ürdün arasında kurulmuştu. Bunun yanısıra Ürdün'ün Suriye ile Türkiye arasında gerçekleştirilen yüksek düzeyde stratejik işbirliği konseyi toplantılarına katılma ve bu toplantıları üçlü sürdürme isteği de önümüzdeki süreçte Ürdün ile Türkiye arasında ilişkilerin artarak geliştirileceğini göstermektedir.

Türkiye'nin pilot ülke olarak Suriye ile başlattığı bu ilişki sürecinin Ürdün – Lübnan – Irak ve diğer Ortadoğu ülkeleri ile devam ettirilmesi ile birlikte Türkiye merkezinde bir Ortadoğu Birliği modeline ulaşılabilir. Böyle bir modelin ABD tarafından da desteklenmesi olasıdır çünkü bölgede şii merkezli bir etki alanı kurmak isteyen İran'a karşı Türkiye merkezli sunni bir etki alanının varlığı ABD'nin menfaatinedir. Avrupa Entegrasyonu'nun çatışmaları ortadan kaldırmak amacıyla başladığı düşünüldüğünde Türkiye'nin sorunlu komşusu Suriye ile başlattığı entegrasyon projesinin Ortadoğu'nun çatışma dünyasına son vermesi de beklenebilir. Bu noktada ABD ve Türkiye'nin çıkarlarının örtüştüğünü de varsaymak mümkündür. Bilindiği gibi ABD'de artık bir Filistin Devleti'nin kurulmasına inanmakta ve İsrail'e karşı bazen sert bir üslupla tepki verebilmektedir. Küresel terörün beslendiği çatışma ortamı olarak Ortadoğu'nun istikrara kavuşması tüm küresel güçlerin menfaatine olacaktır. Bu çatışma ortamını durdurabilecek aktör ve bölgeye liderlik edecek ülke olarak Türkiye ön plana çıkmaktadır. Türkiye'nin uzun yıllara dayalı laik devlet tecrübesi ve Ortadoğu ülkeleri arasında hatrı sayılır demokratik kültürü bu noktada büyük önem taşımaktadır. Küreselleşmiş dünyada özgürlük taleplerinin arttığı, insan hakları kavramının önem kazandığı ve teknolojinin gelişmesi ile birlikte bilgiye ulaşmanın kolaylaştığı göz önüne alındığında Ortadoğu halklarının da bu nimetlerden faydalanma beklentileri bu entegrasyon sürecini kolaylaştıracaktır.

Sonuç olarak Türkiye'de dış politika anlayışındaki değişim artık herkesin kabul ettiği bir gerçektir. Avrupa Birliği üyeliği bir devlet politikası haline gelmiş olmasına rağmen son dönemde Avrupa Birliği içindeki Türkiye karşıtlığı göz önünde bulundurulduğunda Türkiye'nin farklı modeller araması kaçınılmazdır. Ortadoğu'da bölgesel liderliği elinde bulunduracak ve Ortadoğu'ya demokrasi ve insan hakları ihraç edecek bir Türkiye'nin Avrupa Birliği nezrinde öneminin artacağına şüphe yoktur. Son dönemde özellikle minare kriziyle açığa çıkan Avrupa'daki islam karşıtlığı ve Sırbistan, Karadağ ve Makedonya'ya vize liberalizasyonu uygulamasında müslüman nüfusa sahip Bosna-Hersek, Arnavutluk, Kosova ve Türkiye'nin dışarıda bırakılması, müslüman kimliği ve tarihi kültürel mirası ile çok daha kolay rol edinebileceği Ortadoğu coğrafyasında Türkiye'ye farklı stratejiler sunmaktadır. Türkiye'nin Ortadoğu bölgesinde izlediği düşünülen Avrupa Birliği Modeli'ni Kafkasya ve Balkanlar'da da izlemesi beraberinde Brüksel'e alternatif İstanbul merkezli “Türkiyelilik” perspektifi sunması ihtimalini doğurabilir.
 
4/1/2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder