3 Ağustos 2010 Salı

Referanduma Doğru 1

12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak referanduma yaklaşık 1 ay kadar var. Maalesef henüz birçok insan neyi neden oylayacağını tam olarak anlayabilmiş değil. Bunun en önemli sebebi yapılacak referandumun siyasi partiler ve medya üzerinden halka anlatılmaya çalışılması yerine “evet” ve “hayır” cephelerini oluşturup adeta büyük bir savaşa hazırlanılıyor izlenimi verilmesidir. Her gün televizyonlarda çeşitli tartışma programlarında birçok aydın, siyasetçi, akademisyen, yazar, kanaat önderi v.b. referanduma ilişkin görüşlerini ifade etmekteler. Küçük bir kısmı hariç genelindeki hakim hava; nesnellikten uzak siyasi bölünmüşlüğü körükleyen ve toplumu geren açıklamalar ile içinde bulundukları cepheye katkı sağlama eğiliminde. Kamu yararını ilk amaç olarak taşıması gereken medya bile siyasi partilerden daha fazla siyasi propaganda yapmakta. Maalesef reyting kamusal yarara tercih edilmiş durumda ve Erkan Yolaç’ın 80’li yıllarda çok popüler olan evet – hayır yarışmasını izler gibiyiz. Herkesi daha fazla geren ve zaten var olan toplumsal bölünmüşlüğü körükleyen “mutlak evet ya da mutlak hayır” cevabına sıkıştırılmış durumdayız. Nasıl ki bir zamanlar “Ergenekon Örgütü var” diyen AKP’li, “Ergenekon Örgütü yok” diyen CHP’li ise şimdi de “evet” diyenler ve “hayır” diyenler arasında böyle bir fişleme yapılmakta. Dışarıdan izleyen birisi bu tartışmaları herhangi bir genel seçim öncesi yaşanan tartışmalara benzetebilir. Oysa 12 Eylül 2010’da oy kullanacağımız referandumun başta siyasi partiler olmak üzere, medya, kanaat önderleri, akademik çevreler ve sivil toplum kuruluşları açısından temel tartışı alanı “kamu yararına olup olmadığı” olmalıydı. Peki, kamu yararını ne belirleyecekti? Zaten temel sorun da burada diyebiliriz. Türkiye’de egemen siyasi kültür ve Türkiye elitlerinin tartıştıkları nadir zamanlar dışında hep kendi çıkar ve menfaatleri olmuştur. Kamu yararı dediğimiz, halkın menfaatini ilgilendiren tartışmalar ülkemizde çok nadir yapıldığı için, bugün de referandumu siyasi bölünmüşlük üzerinden tartışmaya mahkûm edilmiş durumdayız. Dolayısıyla “evet”, “hayır” ve küçük olmakla birlikte “boykot” cephelerinden birine ait olduğunuzu düşünmeseniz bile bu seçeneklerden herhangi birini işaretlemekten başka şansınız olmadığı için siz de cephelerden birine ait edileceksiniz. Vatandaştaki sıkıntı ve ne yapacağını bilememe hali de sırf bu nedenden ileri gelmekte. İçerik olarak anayasa değişikliğini benimseyebilecek herhangi birisi AKP’li olmakla itham edilmekten de rahatsızlık duyabileceği için tartışmayı, konuşmayı bile kendisine zul saymakta. Aynı durum değişikliklere “hayır” demek konusunda kendini ikna etmiş ancak CHP veya MHP ile anılmak istemeyen vatandaş için de geçerli. Hal böyle olunca demokrasilerin olmazsa olmazı “istişare”, “fikir ve ifade özgürlüğü” herhangi bir kuralla yahut tehdit ile engellenmiş olmasa bile psikolojik olarak ciddi anlamda ortadan kalkmaktadır. Hali hazırda demokratik kültüre tam anlamıyla entegre olamamış, entegre olma yolunda özellikle son yıllarda ciddi adımlar atmaya çalışan Türkiye’de demokrasiyi iyileştirme yolunda bir adım olarak gördüğüm değişiklikler de partizan söylemlere ve kutuplaşmaya kurban ediliyor. Elbette herkes fikrini ifade etmekte hür ancak özellikle eş-dost akraba ilişkilerinin ve duygusallığın hakim olduğu ülkemizde referandumu tartışmak bile fazlasıyla gerginliğe neden olabiliyor.

Referandum süreci yukarıda bahsi geçen koşullar altında devam etmekte. Her şeye rağmen düne göre daha çok ifade özgürlüğü ve daha çok kendini ifade etme şansına sahibiz. Türkiye toplumsal ve siyasal kutuplaşma içerisinde demokrasisini de geliştiriyor. Artık bir evin içerisinden çok farklı ses ve değişik oylar çıkabiliyor. İletişim kanallarının muazzam gelişmesi ile birlikte her ne kadar provokasyonlar kolaylaşsa da insanların bilgiye ulaşımı da aynı oranda hızlanıyor ve böylelikle gerginlikten medet umanlar ile gerçek bilgiye kıymet verip kamu yararını önemseyenler arasındaki psikolojik savaş şiddetleniyor. Değişim sürecini bir türk filmine de benzetebiliriz. Önce kötü adamlar kazanacakmış zannedebiliyoruz, film başladığı dakikalarda kötü adam daha çok mesafe kaydediyor ama her ne olursa olsun filmin sonunda iyi adam, iyiler kazanıyor. Türkiye’deki değişim de darbelerle, provokasyonlarla baltalanmaya çalışılıyor ancak filmin sonunda kazanan Türkiye olacak. Önümüzdeki referandum da filmin kırılma noktalarından biri olarak tarihteki yerini alacaktır. En azından 1982 anayasasından daha ileri bir yapı getireceği, önemli ve kapsamlı bir başlangıç olacağı için “evet” i hak eden ama asla yeterli olmayan bir değişiklik ile karşı karşıyayız. Şahsi kanaatim “evet” yönünde, neden evet dediğimin detaylarını ise bir sonraki yazıya bırakalım.

1 yorum:

  1. Güzel bi yazı olmuş kardeşim. Özellikle üstüne bastığın can alıcı noktalar var. Her ne kadar konuşsak, istişare etsekte ben hayır demeyi düşünüyorm. Sebebinin bu süreçteki gelişmeler olduğunu söylemiştim, hani şu gerçekten siyasetin kralı dönüyor tartışmasında olduğu gibi... Gogo

    YanıtlaSil