2 Nisan 2011 Cumartesi

Ekseni Kayık Model Ülke: Türkiye


Tunus’ta başlayan ve devlet başkanı Zeynel Abidin Bin Ali’nin ülkeyi terk etmesiyle sonuçlanan, Mısır’da ise halen devam eden halk protestoları ile birlikte Türkiye’nin bir “model ülke” olup olmadığı dünya basınında en çok tartışılan konu haline geldi. 2010 yılına damgasını vuran ve bazı çevrelerde halen tamamlanmayan “eksen kayması” tartışmalarının akabinde Türkiye’nin “model ülke” olarak gösteriliyor olması ve her iki tartışmanın da Ortadoğu özelinde yapılıyor olması dikkat çekicidir. Ortadoğu özelinden kastettiğimiz, Türkiye’nin eksen kayması tartışmalarının odak noktası Ortadoğu coğrafyasında izlediği politikalardı ve bugün hararetle tartışılan da Ortadoğu ülkeleri için bir model olup olmadığı. Hatırlanacağı üzerine eksen kaymaları tartışmasında işi bir adım öteye götürüp “Türkiye Ortadoğululaşıyor ve Araplaştırılıyor” argümanına ideolojik bir bakış açısı ile sıkı sıkıya sarılanlarda vardı. Bugün gelinen noktada acaba tam aksine “Ortadoğu Türkiyeleşiyor ve Türkiyelilik trend haline geliyor” diyebilir miyiz?  
Öncelikle belirtmek gerekir ki “eksen kayması”, “model ülke”, “Neo-Osmanlıcılık” gibi kavramların dikkat edildiği takdirde Türkiye’de üretilen ve Türk Dış Politikasının konusu olan yaklaşımlar olmadığını açıkça görebiliriz. Bu kavramsallaştırma çabasının batı menşeli olduğu ve batı tarafından tartıştırıldığı açık bir gerçektir. Batı’nın bu çabasının ardında gerek Türkiye’de gerekse bölge ülkelerinde algı yönetimini gerçekleştirmek, açıkçası Türk Dış Politikasını batının istediği çerçevede tartıştırmak ve bu tartışmalar neticesinde istediği algıyı yaratmak olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumun biraz da bizim dış habercilik ve dış haber yorumculuğunda öncelikle ve yüksek ehemmiyetle batılı kaynakları tercüme etme garabetimizden de kaynaklandığını eklemek gerekir. Algı yönetimi çerçevesinde Türkiye ve diğer ülkelerin iç kamuoyları birbirleri ile ideolojik noktada ayrışır ve enerjisini bu noktaya harcarken, batının sistematiği doğrultusunda yönlendirme ve hatta yönetilmeye çalışılmaktadır. Somut bir örnek olarak geçtiğimiz yıl yaşanan eksen kayması tartışmalarını gösterebiliriz. Türkiye’de ulusalcı cenah “eksenimiz kayıyor, şeriatı getirecekler” gibi endişelerle mevcut iktidara yüklenirken, iktidar ise enerjisini tüm bu endişeleri gidermek ve “batılı değerlere(!) bağlılığın” sürdüğünü anlatmak için harcamıştı. Yine bu anlamda “neo-osmanlıcılık” tartışmaları da önemli bir örnektir. Bu kavramın ortaya atılması ile birlikte bırakın Türkiye iç politikasını, eski Osmanlı coğrafyasında yer alan hemen her ülke derin soru işaretlerine kapılmış ve tedirginlik duymuşlardır. Hatta en son Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun yabancı basına verdiği demeçte “Osmanlı Milletler Topluluğu” ifadesini kullandığı söylenmiş ancak Dışişleri Bakanı bunu her fırsatta yalanlamıştır. Tüm bu tartışmaların oluşturulmasındaki temel hedef, iç kamuoyunda kutuplaştırmayı arttırmak, enerjiyi bu yöne harcatmak ve bu yöntemle gerçek anlamda Türk Dış Politikasının temel ilkelerini ve hedeflerini ve hatta deyim yerindeyse “Türkiye’nin kendi orijinal hikâyesini” anlatmasına ve uygulamasına fırsat verilmek istenmiyor.  
            Peki, Türkiye’nin çok kısa aralıklarla “model ülke” ve “eksen kayması” gibi aksi istikamette iki tartışma konusunun merkezine oturması ve bu tartışmaların Ortadoğu coğrafyası özelinde gerçekleşmesine etki eden faktör ne olabilir? Türkiye’nin ekseninin kaydığı iddiası bilhassa İsrail ile ilişkilerin gerilmesi süreciyle doğru orantılı olarak artmaya başlamıştı. Son Mavi Marmara krizi ile ise son noktaya ulaşmış ve NATO Füze Kalkanı projesine Türkiye’nin vermiş olduğu destekle nispeten azalmıştı. Türkiye’nin ekseninin kaydığı iddialarını kuvvetle destekleyen İsrail hükümeti, ABD’deki İsrail hükümetine yakın çevreler ve neo-con cumhuriyetçilerin temel kaygısı Türkiye’nin İslamcı bir politika çizgisine kayıp hali hazırda bölgede İsrail’in en kuvvetli müttefiki olmak durumundan çıkması ve İsrail ile islam unsuru özelinde politika geliştirmesi ihtimaliydi. İsrail devletinin güvenlik eksenli kurulu olduğu gerçeği de bu ihtimalle birleştiğinde eksen kayması tartışması etrafında hedefin İsrail’in güvenlik kaygılarının giderilmesi olduğu anlaşılacaktır. Bugün ise Mısır’da yaşanan gelişmeler ışığında Türkiye “model ülke” olarak lanse edilmektedir. Yine bu kavramsallaştırmanın temelinde de İsrail’in güvenlik kaygılarının olduğunu söylemek zor olmayacaktır. Bilindiği üzere Hüsnü Mübarek’in gidişi ile ilgili en büyük endişe İsrail cephesinde oluşmuştu. Endişenin temelinde, Mısır’da yaşanacak iktidar boşluğunu Müslüman Kardeşler (Ihvan-ı Müslimin) grubunun doldurması ile 17 Eylül 1978’de Mısır ile İsrail arasında yapılan Camp David sözleşmesinin yürürlükten kaldırılması yoluyla İsrail’in komşuları arasında tek güçlü müttefiki Mısır’ı da kaybedecek olması yatıyordu. Kısacası İsrail’in endişesi, radikal islamın Mısır’da hakim olması, bu durumun Filistin sorunu özelinde İsrail’e baskı oluşturması ve Hizbullah, Hamas gibi yapılanmalardan sonra üçüncü bir cephe olarak Müslüman Kardeşler ile sorun yaşanmasıydı. Böyle bir durumda ise gözler Müslüman Kardeşler, Hamas ve Hizbullah oluşumlarına göre daha ılımlı bir aktör olarak Türkiye’de islam nosyonuna sahip ama bunu demokrasi temelinde şekillendiren AKP modeline çevrildi. Aslında “eksen kayması” tartışmalarına neden olan endişenin geçersiz olduğunu ve/veya AKP’nin saydığımız diğer aktörlere göre tercih edilebilirliği ve bu nedenle model olarak lanse edildiğini de söyleyebiliriz.
            Sonuç olarak, Türkiye’nin model ülke veya ekseni kayan ülke olarak dünya kamuoyunda tartışmaların merkezine oturmasını sadece Türk Dış Politikasının dinamizmine bağlamak yeterli olmayacaktır. Özellikle Türkiye’nin pozisyonunu batılı kavramsallaştırmalar etrafında belirlemek Türk Dış Politikasına hizmet etmeyecektir. Türkiye’nin ekseninin kayması batının yahut İsrail’in kaygılarından ziyade Türkiye’nin gerçek hedefleri ve vizyonu açısından değerlendirilmelidir. Dışarıdan gelen sesler ile içeride birbirini boğazlayacak konuma gelmek ve yine dışarıdan yapılan kavramsallaştırmalar ile komşulara ve coğrafyaya “itici”, “ürkütücü” gösterilmenin önüne geçip, kendi kavramsallaştırmalarımız ile stratejik vizyonumuzu ve bölgesel/küresel meselelerdeki duruşumuzu ilkesel bir yaklaşımla anlatabilmeliyiz.
Burak YALIM
BİLGESAM TUİÇ Platformu Genel Koordinatörü


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder