28 Ağustos 2011 Pazar

Yanlışa Koşan Erler


Sanırım en önemli sorunlarımızdan birisi de “dönek olmamak için yanlışta diretmek”. Şu Işık Paşa hikâyesinin yanlışa yanlış olduğunu bile bile tevessül etmek konusunda hem Paşa açısından hem medya açısından hem de paşacılar açısından ibretlik bir durum olduğu ortada. İlk ses kaydından sonra acaba yalanlanır mı diye bekleyen bazıları ikinci ses kaydının da ortaya çıkması ve Paşa’nın da “söylediklerimin arkasındayım” çıkışı ile yandı keten helva ama neresinden kıvırsak edasıyla kolları sıvadılar.

Işık Paşa’nın bizzat yaptığı konuşmayı inkâr etme olanağı yoktu belki ama en azından kalkıp söyledim ve şimdi olsa yine söylerim edasına girmesi açıkçası çok enteresan. En azından, ses kaydı benimdir ve maalesef söylediklerim yaşanmış gerçeklerdir, eğer bunlarla ilgili bizim doğrudan ihmalimiz varsa hukuka sonuna kadar saygılı olacağız ve cezamızı çekeceğiz deyip kepazeliği toparlayabilirdi. Zaten aksini iddia etmiş olması da sanıyorum savcılarımızı görevlerinden geri durmaya sevk etmeyecek ve gerekli hukuki işlemler yapılacaktır. Zaten esas olan da Işık Paşa’dan ziyade halka enformasyon sağlayan köşe kadılarımızın bazılarının absürt yaklaşımlarıdır.

















Hepinizin malumu ülkemizde bir“yandaş medya”tabiri aldı başını gidiyor. Yandaş Medya olarak itham edilenler mevcut iktidar partisinin yandaşları ve herhalde iktidar ne derse doğrudur, muhalifler ne söylerse yanlıştır dedikleri varsayılıyor. Peki, ülkemizde yandaş medya var ise yandaş olmayan bir medya da olmalı ve bunu kimler temsil ediyor? Şu Işık Paşa olayı aslında var olan gerçekleri daha net görebilmemiz için turnusol kâğıdı işlevi gördü. TSK ile ilgili en ayrıcalıklı haberleri yapma lüksüne sahip olan Fikret Bila, Murat Yetkin ve Sedat Ergin gibi yandaş medyadan olmayanların da hallerini daha net gördük desek daha doğru olacak. TSK ile ilgili en ayrıcalıklı haberleri neden mi onlar yapıyordu, açın arşivlerine bir göz atın, “bilmem ne paşa beni aradı, Genelkurmay’dan aldığım bilgiye göre, şu paşayı aradım” gibi bol Paşa’lı ve Asker’li laflar ve bilgiler nedense(!) hep önce onların köşelerinden bizlere ulaşmıştır. Şimdi bu yandaş olmayan medyamızdaki köşe yazarlarının Işık Paşa vakasından sonraki duruşlarına bir göz attım ve anladığım o ki derin bir suskunluk veyahut olayı tamamen başka bir mecraya çekme gayreti var.

Mesela Murat Yetkin 25 Ağustos tarihli köşe yazısına başlık olarak “Adres Necdet Özel mi” ifadelerini seçmiş ve yazısında kaydın nasıl alınabildiği ile zamanlamasına dikkat çekmiş. Yazının sonunda ise Milli İstihbarat Teşkilatı’na gönderme yapar bir hali var. Işık Paşa’nın sözlerine ilişkin herhangi bir şaşkınlık olmadığı gibi konuyu da nasıl Paşa’nın kepazeliğinden başka yöne çekebilirim telaşı içerisinde. Fikret Bila’nın da Murat Yetkin’den ayrı düştüğünü söylemek mümkün değil. TSK’nın bir numaralı gazetecisi diyebileceğimiz Fikret Bila’dan da başkasını beklemek saçma olurdu diyebilirsiniz ama gerçekten bu kadarına da pes diyor insan. Mesela Işık Paşa’nın bir Genelkurmay Başkanı olduğu ve söylediklerinin ülke güvenliğine ilişkin ciddi zaaflar taşıdığını söylemek yerine kalkıp bu konuşmaların dinlenmesinin ülke güvenliğini zaafa uğrattığını söyleyebiliyor. Elbette konuşmaların nasıl ve kimlerce dinlendiği de önemli bir soru ancak ülke güvenliği açısından daha vahim meseleler sanırım Paşa’nın söyledikleri. Bila yazısında Işık Paşa’nın söylediklerinin yol göstericiliğine vurgu yaparak sanki bir sonraki döneme ilişkin dersler veriyormuş gibi bir imaj oluşturuyor. Konuşmaları dinlememiş olsak zannedeceğiz ki Işık Paşa halefine uyarılar yapıyor. Evet, Paşa’nın yaptığını özeleştiri olarak görebileceğimiz kısımlar var ama aynı Işık Paşa o ses kayıtlarında “kimseyi dinleyecek halimiz yok” diyor. Bu da mı yeni döneme bırakılan bir ders acaba? Bu absürt yaklaşımlara bir başka örnek ise Hürriyet gazetesi yazarı Sedat Ergin. Daha ağustos ayının başında“Balyoz Davası” ile ilgili derin analizler (!) yazan Sayın Ergin nedense Işık Paşa’nın ses kaydı olayı ile ilgili henüz bir şey yazmış değil.  25 ve 26 Ağustos tarihlerinde köşesini Libya konusuna ve 27 Ağustos’ta ise“Müzik Aletlerini Müsadere Etmek” başlığı altında Beyoğlu vakasına ayırmış görünüyor. Haliyle insan merak ediyor, Balyoz Davası ile ilgili iddianameleri okuyup derin tespitler yapan ve yakından ilgilenen Sedat Ergin bey neden yine Balyoz Davası ile ilgili ciddi ifadeler barındıran Işık Paşa’nın ses kaydıyla ilgilenmiyor?

Ne diyorduk, yanlışta diretmek kötü bir ruh halidir. Dönek olacağını zannedersin, gurur yaparsın ve yanlışı nasıl doğru göstereyim diye uğraşırsın ama nafile, yanlış yanlıştır çünkü. Bir de üstüne utanmadan sıkılmadan birilerine “yandaş medya” tabirini yakıştırır ve yaftalarsın. Yanlıştan dönemediğini anlarız bu bir ruh halidir amma kalkıp başkalarına yandaş derken kendini candaş göstermeye ne demeli? Hayır, konu sıradan insanlar olsa canımız sıkılmayacak belki de yazıya konu olmayacak ama bahsettiğimiz kişilerin bilmem ne kadar okuyanı var. Eğer okumaları bu bakış açısı ile yaparsak ve hâlihazırda “tevhid-i tedrisat”ile önceden koşullandırılmışsak gerçekleri görmek hiç kolay değil. Dolayısıyla bizim de bu konulara dikkat çekmemiz, naçizane köşemize taşımamız gerekiyor ki eşimiz dostumuz okuyorsa bir de böyle baksınlar. Yoksa derdimiz kimselerin yandaşlığına yahut candaşlığına laf söylemek değil.  Ha unutmadan bu hususta medyayı eleştiriyoruz ama siyasi partilerimizin de duruşu duruş değil bilesiniz.

@burakyalim (twitter)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder