Yeni Türkiye’de Bedelli ve Dövizli Eski Usüller
Burak Yalım yazdı... - Salı, 22/11/2011 - 16:26
Bütün
gözler Başbakan Erdoğan’ın yapacağı grup toplantısında. Sanıyoruz ki
partisinin milletvekilleri bile konuya vakıf değiller. Herkes pür dikkat
Başbakan’ı dinliyor. Çok ama çok önemli bir konuyu tüm
milletvekillerinin bilmesini beklememek lazım, zira ser vermiş sır
vermemiş AK Parti’nin üst yönetimi. Konu bedelli askerlik ile ilgili
yapılacak düzenlemenin detayları, yapılıp yapılmayacağı tartışılmıyor,
belli ki kim neresinden nasıl faydalanacağının derdinde. Başbakan önce
diğer güncel meselelere dair düşünce ve görüşlerini anlatıyor. Tam
bedelli meselesine geliyor ki o esnada bir de espri patlatıyor; "heyecanlanmayın!”.
İki dudağının arasından çıkacak sözler birçok insanın kaderini
belirleyecek sanki! Bir bakıma belirliyor elbette ama büyük çoğunluğun
değil zengin azınlığın kaderini…
“30
yaşından gün almış 30 bin lirayı 6 ay içinde ödeyecek olan herkes 21
günlük eğitimi bile almaksızın askerlik görevini yerine getirmiş
olacakmış.” Matematik problemi gibi görünse de
mantık basit aslında, paran varsa ve otuz yaşını da geçmişsen dert
edecek bir şey yok, askerlik halloldu demektir. Bu işin Türkiye ayağı,
bir de yurtdışında kulaklarını Ankara’ya dönmüş “dövizli askerlik”
beklentisinde olanlar var. Çok beklemeden oraya da bir öpücük gönderiyor
Başbakan: “Yaşınız ne olursa olsun eğer 3 yıl sigortalı bir
işte çalışmışsanız ve 10 bin avronuz varsa, parayı oradan gönderin hiç
bu tarafa gelmenize bile gerek yok, askerliğinizi halletmiş
olacaksınız.” Sonra gruba doğru sesleniyor tekrardan “anlaştık mı?”, herhalde
anlaşamadık diyenler olsa tasarıyı değiştirecek. Zaten bedelli askerlik
meselesini de ancak AK Parti grubuna sorarak anlaşma sağlanabilir,
başbakan da bunu yapıyor, bakın anlaştık işte diyor televizyonlardan
bize. Başbakan “bedelli” ve “dövizli” askerliğe ilişkin açıklamaları
yapmadan önce bazı temel bilgiler veriyor. Bedelli askerlik
uygulamasının daha önce 3 kez yapıldığını hatırlatan Başbakan, ''1987,
1992 ve 1999 yıllarında çıkarılan kanunlarla mümkün hale gelmiş. 1987
ve 1992 yıllarında çıkarılan askerlik kanunlarında amaç, büyük
miktarlara ulaşan saklı, bakaya ve yoklama açığı birikiminin
engellenmesiydi. 1999'da ise bedelli askerlik, Marmara depreminin
zararlarının giderilmesine katkı sağlamak için çıkarılmıştır'' diyor. Kendilerinin ise 9 yıldır gündemlerinde olan konuyu bambaşka bir amaçla yaptıklarını buyuran başbakan, ''Biz
ise bedelli askerlik uygulamasıyla iki önemli hedef gözetiyoruz;
bunların hiçbirisi değil. Bakaya kalanların sayısının ciddi oranlarda
artığını görüyoruz ve bedelli askerlik yoluyla bu birikimin
azaltılmasını hedefliyoruz. İkincisi ise Bedelli Askerlik Kanunu ile çok
önemli sosyal bazı hizmetleri ve destekleri gerçekleştirmeyi
hedefliyoruz'' diyor. Aradaki farkın ne olduğunu
ben pek anlayamadım tabii ki, birisi Marmara Depremi için kullanmış
diğeri de sosyal hizmetlere harcayacağım diyor. Herhalde bu çok çok
önemli fark olsa gerek. Sonra başbakan bedellinin bedelinin net olarak
nerelere gideceğini söylüyor. Tasarıya koydukları bir maddeyle bedelli
askerlik uygulamasından elde edilecek gelirin şehit yakınlarına,
gazilere, özürlülere, muhtaç erbaş ve er aileleri ile TSK'ya, Jandarma Genel Komutanlığına, Sahil Güvenlik Komutanlığına, Emniyet hizmetleri sınıfına mensup vazife malullerine yönelik sosyal hizmet ve faaliyetlerinin finansmanına
aktaracaklarını ilan ediyor. Ne kadar şirin değil mi? Zenginden
alıyoruz ve şehit, gazi, vazife malullerine veriyoruz. Onlara hizmet
sağlıyoruz. Peki ya askere gitmek zorunda kalanlara ne veriyorsunuz?
Ayda 20 lira mı? Fakir fukaranın garip gurebanın da hakkı bu herhalde.
Ne de olsa askerlik yan gelip yatma yeri değil ve bunu da ancak ömrü
billah yan gelip yatamayan gariban yapabilir. Zenginler mi, onlara karşı
bir kızgınlığımız yok, şanslılar sadece ve bu şanslı hallerini suya
sabuna dokunmaksızın koruyorlar. Kalkıp bir tanesi de yazık yahu böyle
adaletsizlik olur mu demiyor. Ne de olsa her koyun kendi bacağından
asılıyor değil mi?
Türkiye’nin
ileri demokrasisi böyle bir bedelli ve dövizli askerliği adeta
suratımıza çarpa çarpa uygulamaya alıyor. Esas işi “profesyonel ordu”
yapmak, askerliği hem doktrin olarak hem de pratikte değiştirip
dönüştüreceğini beklediğimiz ileri demokrasi de bunu yaparsa derken daha
neler yapmıyor ki! Vicdani Ret hiç gündemimizde olmadı diyor ve bakın
neleri ekliyor; “Askerlik bu milletin, bu topraklar için en
kutsal vazifelerden biri olarak kabul edilmiştir. Biz askerimize
'Mehmetçik' derken bunun bir anlamı var; bu ''Küçük Muhammed''
anlamındadır. Biz askerliği Peygamber Ocağı olarak görmüşüz. Tabii
birçok spekülasyonlara neden olmuş şeyler olmuştur, olabilir. Ama biz,
bu millet, bunu böyle biliriz. Görmeyenler yok mu? Var. Ama bu milletin
kahir ekseriyeti bunu böyle bilir. Askerlik hizmetinin ciddiyetinin
zedelenmesine de istismara da asla müsaade etmedik, asla müsaade
etmeyiz.” Neresinden tutsam diye bakıyorum
cümleye ve düşünüyorum kendi kendime, bu mu ileri demokrasinin
Başbakanı? Milletin Kahır ekseriyeti diyor, çoğunluk ne diyorsa o konuda
hassasız diyor, peki ya azınlık? Çoğunluğun Başbakanı’mı yoksa
Türkiye’nin %1’inin de Başbakanı mı, hangisi olmayı tercih ediyor
Erdoğan? Ak Parti Genel Başkanı olarak sadece %50’ye hitap edebilir ama
T.C Başbakanı olarak tüm vatandaşların hassasiyetlerine duyarlı olması
gerekiyor. “Her Türk Asker Doğar” ifadesi ile Başbakan’ın sözleri
arasındaki tek fark farklı kelimelerin kullanılmış olması, yoksa
Başbakan da eski Türkiye’nin eski anlayışına gayet inanıyor. Peygamber
Ocağı olarak gördük askerliği diyor, eyvallah lafım ona değil de öyle
görmeyeni de görüyor mu gözünüz merak ediyorum sadece. Askerliğin
ciddiyetini zedelemeyelim buna da eyvallah ama bireyin haklarını
zedelemiyor muyuz? Hani Avrupa Birliği yolunda ilerleyen en azından bu
birliğin reformlarına, reçetesine inanan bize ne oldu! Askerliği ben
vicdanen ret etmiyorum ama vicdani retçilere de vicdansızlık edilmemeli.
Demokrasi dediğimiz şey çoğunluğun yani Başbakan’ın deyimi ile “kahır ekseriyetin” tercihine boyun eğmek değil. Demokrasi vicdani retçilerin de haklarına saygı gösterebilmek.
Sonuç
mu? 22.11.2011 tarihiyle birlikte en azından şahsen, Türkiye’de
askerliğin profesyonelleştirilmesi, zorunluluk olmaktan çıkarılması ve
demokratikleştirilmesi konusunda AK Parti’den de umudu kesmiş
durumdayım. Özellikle “askerliğin peygamber ocağı olması ve bu milletin askerlik anlayışı”
ile ilgili sözlerinden sonra Başbakan’ın da bu konuda ileri demokrat
bir zihniyete sahip olmadığı kanısına vardım. İngilizcemi tamamen
halledip yurtdışında bir takım işlere girişmek fikrinin ciddi anlamda
kafamda canlanması anormal olmamalı herhalde. İleri demokrasi
düşüncesinin de başka bir bahara kaldığı intibası hakim halet-i
ruhiyeme. Geçen gün Ferhat Kentel Hoca demişti, “AKP devletleşiyor veya devlet AKP’lileşiyor”,
katılmamak mümkün değil. İyi işleri gümbür gümbür alkışlarken kötü
işleri de gümbür gümbür eleştirmek durumundayız. Umarım birileri görür
ve duyar da henüz geç olmadan bu yanlış yoldan geriye dönerler…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder