Neymiş
efendim koskoca Genelkurmay Başkanı “terör
örgütü” mü kurarmış, böyle bir şeye neden gerek duyacakmış, Genelkurmay
başkanlığı yapmış biri hapse mi atılırmış, tutuksuz yargılasak daha iyi olmaz
mıymış falan filan diye uzuyor bu liste. Bu listede yer alan bir takım “mış”larla sizin de aranız varsa, bence
hemen elinize bir bez alınız ve başınızdaki buğuyu bir zahmet siliniz. Buğu
kaplayınca başı, haliyle önünüzü arkanızı sağınızı ve solunuzu pek iyi görmeniz
mümkün değil. Mesela bakın arkanızda nur topu gibi bir 1980 darbesi var ki
darbe yapmak seçili iktidara karşı işlenen bir terör suçu değildir de nedir?
Çok mu arkada kaldı o göremediniz mi, o zaman buyurun hemen size 28 Şubat ne
hatırlatır onu bir düşünün. O da olmadı derseniz eğer şu son hadisede benim
esas takıldığım yer olan 27 Nisan’ı işaret etsem ne diyeceksiniz?
Eminim
hiçbir T.C. vatandaşı ve hatta ülkesine vatandaşlık bağı ile bağlı olan ve bunu
da aidiyet olarak hisseden hiçbir insan, kendi ülkesinin silahlı kuvvetlerinin
en tepesindeki adamın emekli bile olmuş olsa hapse tıkılmasını sevinçle karşılamayacaktır.
Nitekim ben de Emekli Genelkurmay Eski Başkanı olan İlker Başbuğ’un
tutuklanmasına sevinmedim. Eğer sevinmiş gibi bir halim varsa ve siz bunu TSK
düşmanlığı gibi algılıyorsanız yanılıyorsunuz ama kısmen. Çünkü ben seviniyorum
ama İlker Paşa ve diğer paşagillerin başına gelenlere değil, paşa bile olsa
birileri suç işlemiş veya hakkında suç işlediğine dair şüpheler oluşmuşsa paşa
paşa adaletin önüne çıkarılabiliyor olmasına, hem de zil takıp oynayacak kadar
seviniyorum. Dolayısıyla bizim sevinç veya mutluluk naralarımız İlker’in
Ahmet’in Ayşe’nin başına gelenden ötürü değil, nihayetinde her kim olursa olsun
ayrıcalık tanınmadan mahkeme karşısına çıkarılabiliyor olmasındandır. Buna
neden mi bu kadar seviniyorum, çünkü artık birilerinin küçük odalarda
kendilerince büyük planlar yaparak yasal süreçleri, sivil siyaseti ve
vatandaşın tercihlerini hiçe sayabilme ihtimallerinin artık önüne geçilmiştir.
Adnan Menderes’i asanların yargılanmadığı günden itibaren, yani bırakın
Başbakan’ı asmayı, bir insanı öldürmeyi hem de yoktan sebeplerle öldürmeyi
kendilerinin hakkı gibi görenler eğer bilmem ne yetkilerine sahipse
yargılanmıyormuş algısı zihinlere yerleştiği günden itibaren, her sakallı
kendini dede zannetme lüksüne sahipti ve artık bu lüks ortadan kalktı.
Peki
bu yeter mi, artık gönlümüz rahat, sırtımız pek mi? Elbette hayır! Meşhur
askeri vesayet ortadan kalktı diye artık her şeyin çok daha güzel olduğunu
düşünüp “demokrasi mücadelesini”
sonlandırmamız mümkün değil. Henüz siyasetin demokratikleştirilmesi gibi en
kocamanından bir sorun önümüzde durmakta. Bırakın parti içi demokrasiyi seçim
sisteminin ve %10 barajının dahi eğri oturulup doğru düşünülerek düzenlenmesi
gerekiyor. Bir saniye çok ileri gittim galiba. Daha 12 Eylül 2010
referandumunda “yetmez ama evet”
denilenlerin yetmez kısmına gelmeyi bırakın evet kısımları tam anlamıyla
kurumsallaşmış değil. HSYK ile ilgili anayasa değişikliğinin alt yasaları jet
hızıyla oluşturuldu ama sendikal haklarla ilgili meseleye dokunulmuş değil. Bir
de işin yetmez tarafı var ki bunun adı Yeni Anayasa. Yeni Anayasa ile ilgili
toplumun beklentileri olmakla birlikte her yeni günde umudunun azaldığını da
gözlemlediğimizi belirtmek gerekiyor. O zaman gidişat halen daha çok yavaş ve
sorunlu. Sorunlu derken “Uludere” adını es geçmek mümkün değil. Orada askeri
sorumluluk olduğu kadar o askeri sorumluluğun bağlı olduğu siyasi
mekanizmaların da sorumluluğunu görmezden gelemeyiz. Ayrıca terörle mücadelede
hata olabiliyorsa hataların özrü de olabilmeli. Herhalde Dersim’den geçen
yıllar kadar yıllar geçmesini beklemeyeceğiz özür için.
Hâsılı
başımızdaki buğuyu silmemizin hepimiz için en gerekli yanı etrafı daha iyi
görmek demiştim ya, Başbuğ’a kilitlenirsek ve odaklanırsak sadece yanılır ve
gecikiriz. Rövanş almak isteyenler, intikam hırsıyla yanıp tutuşanlar varsa
bile bu birilerinin suç işlemediği anlamına gelmiyor. Ayrıca 27 Nisan günü
e-muhtıra yazan yine Eski Gen. Kurmay Başkanı Büyükanıt Paşa’nın da bu e-muhtıra
ile ilgili henüz adalet önüne çıkmamış olmasını da başımız buğulanınca gözden
kaçırabiliriz. Dolmabahçe’de konuşulanlar ile Büyükanıt’ın henüz alenen
hükümete karşı yapmış olduğu isyanın ve isyan teşvikinin sorumluluğu hakkında
mahkeme önüne çıkmamış olması arasında bir ilinti mi var diye sormak hakkımız.
Başımızdaki buğu işte sırf bu yüzden tehlikeli, gelin o buğuyu silip olaylara
daha net bir perspektiften bakmayı deneyelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder