28 Aralık
2013. Gündem'in manşeti
siyah fon üstüne büyük puntolarla: Roboski'den Tanıyoruz Sizi.
Katliamdan
kurtulan dört kişiden konuşan tek kişi olan Servet Encü: "Gökten insan ve
katır parçaları yağıyordu."
Çağrıda
bulunuyor Encü'lerden geriye kalan Servet, "Bizi özgür bıraksınlar,
köyleri 90'lardaki gibi yakıp yıkmasınlar, köylüler köylerine dönsün."
Roboski'de 34
can için 34 Vicdani Red'dediliyordu.
Çantamda bir kaç
tane çikolata vardı bugün. Küçük ayıcıklı çocukların sevdiğinden. Tesadüfen
gördüm, beş altı yaşlarında bir kız, ondan bir iki yaş küçük iki erkek çocuğun elinden tutmuş
kalabalığın içinde başıboş dolanıyordu. Onları görünce çantamdaki ayıcıklar
geldi aklıma çıkarıp verdim. Tereddüt etmeden adlarını sordum bilinmeyen bir
dilde. Şaşırıp, utanıp adlarını söylediler. Yanlarında kimse yoktu. Birileri
buraya bırakmış olmalıydı. Alabildiğim tek cevap "babamız savaşta".
Onlarla konuşurken onlar gibi çocuklar çoğaldılar etrafımda. O kalabalıkta
kimsenin fark etmediği gizli bir çocuk topluluğunun üyeleri gibi saklandıkları
yerlerden çıkıp gelmişlerdi arkadaşlarının yanına. Çocuklar çoğaldı ayıcıklar
azaldı. Çocuklar çoktu ayıcık yoktu. Babaları yoktu savaş çoktu.
Roboski Mon
Amour belgeselini izlemek için salonda toplanan insanlardık. Felek Encü, 13 yaşındaki
oğlunun cesedi, katırının cesedinin altından çıkan kadın. "34 insan 60 katır
öldü. Hadi biz Kürdüz, bizi öldürüyorsunuz, peki oradaki hayvanları, katırları
neden öldürdünüz, Kürtlere acımıyorsunuz, hayvalara da mı acımıyorsunuz...”
diyor. Sahi hayvanseverler katırları da sever miydi?
En yakın en
sevdiği arkadaşı, köylüsü ölen Roboski'lilerden biri: Keşke ben de o gün onunla
gitseydim. Beraber permatik alır sakalımız çıksın diye yüzümüzü köpüklerdik.
Her cumaya beraber giderdik. Bakıyorum göremiyorum onu artık. Şimdi inan yaşamak
bile istemiyorum, diyor. Olayın olduğu yere giderken önce elma kokusunun geldiğini
söylüyordu. Sonra kan, yanmış etin dayanılmaz kokusu.
Kitera'ya
Yolculuk filmini çekeceği köyde Theo Angelopulos'un duyduğu elma kokusu geliyor
aklıma. Film boyunca tekrarlanan bir metafordu elma kokusu. O, elma kokusundan
bahsettiğinde şiddetli bir kırılma yaşıyor zihnim. Anlam vermeye, bir bağ
kurmaya çalışıyorum bu elma kokusuyla. Olmuyor.
Şimdi önümde bir
yazıda "Yunan mitolojisinde Kitera, insanın kendisini mutluluğa
adayabileceği (ya da mutluluğun peşinden gidebileceği) düşler adasıdır"
yazıyor. Kendini bir şeye adayamamış, mutluluğun değil, ekmeğinin peşinden katırlarıyla
kendilerini sınır yollarına doğru vurmuş bu insanlar bir şans eseri "düşler
adasına" mı gönderilmiştiler. Öyle olmalıydı elbet. Bu elma kokusu düşler
adasının kokusu değilse neydi? Peki neden kendilerini mutluluğa adayamamış
insanlar düşler adasına gönderilmişti. Bu şans nasıl bağışlanmıştı onlara? Öyle
ya hayvancılık ve ekim yapılamayan, tek geçim kaynağı karşı akraba köyden aldıkları
mazot ve tütün olan bu sınır köyünde, hiç bir şeye adanmamış kaçak hayatların
sahibi bu insanlar düşler adasında elma yemeyi hak edecek ne yapmıştı?
İçimde,
gördüklerimin duyduklarımın bıraktığı acının kavurduğu öfkeyle yürüyorum. Üşütmüyor
bu çaresiz bırakan öfke. Üşüyemiyorum soğutamıyorum içimdeki çaresiz öfkeyi.
Son çanta senin kısmetin olsun diyor seyyar satıcı. Olsun diyorum. Yıka ama.
Olur yıkarım abi. Hava iyi soğuk. (Tezgahının arkasında ayağının altında bir
tenekenin içinde yaktığı ateşi görüyorum) Neyseki ateşin yanıyor abi. Soğuk
ama. Nerelisin? Vanlıyım. Vanlıyım şanlıyım ha?Öyle abi, sen nerelisin?
Of'luyum. Van'nın neresinden? Gürpınar. Hımm Van, Bahçesaray.(Van için hafızasını
yokladığında aklına gelen ilk yer). Bilir misin abi oraları, gittin mi? Yok
gitmedim. Şurdaki çorapçı Van'lı. Burda en iyi Van kahvaltısı nerdedir bilir
misin? Yok abi burda yeniyim bilmiyorum ama vardır mutlaka iyi yerler. Var
evet. Ama en güzeli Van'dadır abi. Öyle tabi.
Önümdeki bir yazıda
" Van'nın Bahçesaray ilçesi ile Bitlis'in Hizan ilçesinin sınırında yer
alan Bahçesaray ilçesine 15 km uzaklıktaki Miran (Sündüs) yaylasında 18
Temmuz 1993'te hepsi kadın ve çocuk 24 kişi kimliği belirsiz 'karanlık
güçlerce' katledildi. Olayda sadece 62 yaşındaki Ahmet Sevgili, Hicret Güzel ve
iki küçük çocuğu sağ kurtuldu. Görgü tanığı olan olay yerine yakın çobanlar ise
helikopterden inenler tarafından katliamın yapıldığını iddia ettiler. İddialara
rağmen olayla ilgili ne bir soruşturma başlatıldı ne de araştırma yapıldı.
Katliam sonrası katledilen 24 kişinin otopsi raporlarının hazırlanmasına
ihtiyaç dahi duyulmadı. En önemlisi de olay sonrası katliamın haberini yapan
yerel gazeteler de Van Valiliğince toplatıldı."
"5
Temmuz 1993: Erzincan'ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünde karanlık
güçlerin eylemi sonucunda 33 kişi öldürüldü."
"Muğlalı
Olayı veya 33 Kurşun Katliamı, 1943 yılının temmuz ayında Van'ın Özalp
ilçesinde, 33 kişinin hayvan kaçakçılığı iddiası ve 3. Ordu komutanı Orgeneral
Mustafa Muğlalı'nın emriyle yargısız olarak kurşuna dizilmesi ve 32'sinin
ölümü, birinin kaçması ile sonuçlanan olay."
Roboski Mon
Amour belgeselinin bir sahnesinde, yönetmen Bülent Gündüz belgesel için
Roboski'ye giderken arabada Ermeni müzisyen Charles Aznavour'un "Ils sont
tombés" şarkısını dinliyor ve 1915 Ermeni Soykırımı'nda ölenleri anlatan
bu şarkı sanki Roboski'de ölenleri anlatıyor, diyor. Geldiğimde şarkıyı buluyor
dinliyorum. Muhtemelen en bozuk çevirisi ama en gerçeği söylüyor gibi.
"Sebebini
bilmeden düştüler
yaşamak istedim
erkek, kadın ve çocukları
sarhoş erkekler
gibi ağır hareketleri ile
katledilen
gözleri açık..."
Bir haber gözüme
ilişiyor önce, okudukça da içime işliyor. Gecenin son kozu bu olmalı. Öldürücü
darbe hep en sona saklanırmış ya. "Şırnak'ın
Uludere ilçesine bağlı Roboskî köyü sınır karakolu yakınlarında TSK'ya ait
uçaklar tarafından katledilen 34 sivil yurttaş için gerçekleştirilen anma
etkinliğinde kalp krizi geçiren 42 yaşındaki Miran Encü kaldırıldığı hastanede
yaşamını yitirdi.Uludere Devlet Hastanesi'ne kaldırılarak tedavi altına alınan
Encü, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak yaşamını yitirdi. Evli ve 1
çocuk annesi olduğu belirtilen Encü'nün, hava operasyonunda yakınları öldürülmüştü."
Bir anne daha
öldü kahırdan, acıdan. Kahırdan da ölünürmüş. Unutmadıkça kururmuş asıl bir
annenin kalbi. İki yıldır bir annenin kalbi kurur dururmuş. Ölenle ölünürmüş.
Bunca ölüm bunca katliam olup dururmuş. 33 Kurşun, Başbağlar, Sündüs, Roboski.
Geriye kalan hep kahır hep kahırmış.
Yazmaktan başka
çarem yoktu. Sanki burnuma çürük elma kokusu geliyordu. Yazmasam kalbim
kururdu.
29.12.2013
- 03.42
Çiğdem Kapan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder