7 Mayıs 2014 Çarşamba

Demokratikleştiremediklerimizden misiniz?

Toplum turşu değil ki kuralım ve bir kaç ay sonra çıkarıp afiyetle yenilecek hale gelsin. İşte demokratikleşme de lahana, salatalık, biber ve sair turşusu değil ki öyle beklenildiği gibi çabuk otursun. Bazen son söylenecek lafı ilk başta söylemek lazım, hele Türkiye'nin içinden geçtiği şu süreçte belki de bağıra çağıra söylemek lazım çünkü bazı kulaklar sağır ve bazı gözler kör taklidi yapmaktalar. Bir kısmı ise kendi toplumuna, tarihine, kültürüne hakikatten sağır ve kör.

Sevdiğim sözlerden biridir, demokrasi altı delik bir kaba su doldurmaya benzer, siz doldurdukça alttan akıp gider ve dolayısıyla hiç durmadan ve olabildiğince büyük ölçeklerde su doldurmaya devam etmeniz gerekir. Tabi burada kabın şekli, deliğin büyüklüğü falan da çok önemlidir. Eğer alttaki delik çok büyük ise ve kap şekil olarak suyu doğrudan dibe iletiyorsa vay halinize. Suyu doğrudan dibe iletmeyen kap nasıl olur demeyin, eğer "S" şeklinde bir kabınız varsa suyun zemini bulması "I" şeklindeki bir kaba göre daha yavaş olacaktır. Fizik dersinde miyiz yoksa demokrasi mi konuşuyoruz demeyiniz lütfen zira fiziğe göre de yere vurmadan göğe çıkmak ancak ek itici güçlerle mevcuttur ama normal koşullar altında kütlesi olan bir cismi yukarıdan bıraktığınızda herhangi bir dış etken yoksa yere çarpmadan yükselmesi mümkün değildir. Bunları neden anlatıyorum çünkü bizim demokrasi serüvenimiz biraz yere çarpmak ve şeklini, deliğinin boyutunu bilmediğimiz bir kaba su doldurmak gibi. Ayrıca bu konuda çok da sabırsız davranıyoruz ve turşu gibi kışa kıvama gelmesini istiyoruz.

Türkiye'nin 1960, 1971, 1980, 1997, 2007 yılları hep aynı hikayeyi anlatır, kışlasında canı sıkılan askerler "demokrasi" kurmaya pek de hevesi olmayan siyasilere ayar vermiştir. Diğer yandan o çok eskilere yasladığımız demokrasinin tarihi ancak 1946'da çok partili hayata geçilen ve 1950'de ilk adil seçimlerin yapıldığı yıllara kadar götürülebilir. Dolayısıyla 90 yıllık ülkeye demokrasi getiremedik deyişleri biraz çalınan minareye kılıf hazırlama telaşesidir. Şimdi geç bunları sadede gel demeyiniz lütfen, çünkü ne geldiyse başımıza hep geç bunları demekten geldi. Şimdi elimizdeki kabın kabataslak ne olduğunu bilmek için şöyle bir yakın tarih turu yaptıktan sonra gelelim dibindeki deliğe. Delik de maalesef beklenenden büyük dostlar. Temeli yamaları üst üste gelmiş bir bohça şeklindeki 1982 Anayasası olan bir kaptan bahsediyoruz. Varın gerisini siz düşünün. Askerlerin yaptığı darbe üzerine attıkları temel olan 1982 Anayasası ve bu temele uygunluk denetimi yapan 1963 model bir Anayasa Mahkemesi sizce ne kadar su sızdırır? Diğer yandan Anayasanın temeline hiç girmiyorum sonra bazıları alınıyor, efendim Mustafa Kemal'e düşman mısın, Atatürk karşıtı mısın falan diyorlar ki şu fakirin yaklaşık 70 sene önce hakkın rahmetine ermiş bir insanla ne derdi olabilir. Biliyorum şuan bile dişlerini gıcırdatanlar var ne demek "bir insan" o bir lider, o kurucu, o başöğretmen, o komutan, o deha, o kaç bin kitap okumuş, kaç cephede savaşmış, yoktan bir ülke var etmiş, kadınlara seçme-seçilme hakkı vermiş, ülkeye medeniyet getirmiş, çağdaşlaştırmış, ilerletmiş... Evet ben de biliyorum tüm bunları ve üzerinde tefekkür ediyorum. Bu arada tefekkür Osmanlıca-Arapça bir sözcük olduğu için gerici bir kafayla düşünüyorum herhalde ve bazılarınızla aynı fikri paylaşmıyorum. Peki hangi fikri paylaşıyorum; Mustafa Kemal Atatürk'ün pragmatik, lider ruhlu, ülkesi ve milleti için dertlenen ve bu dertle kendine göre bir takım adımlar atan saygıyla anılacak bir insan olduğuna inanıyorum.

Neyse biz ne diyorduk; demokratikleşme! Evet işte kap belli, zemin belli, sızıntı büyük, turşu kuramıyoruz haliyle. Eh peki hep mi bu geçmişin suçu? Elbette hayır, 12 senelik iktidarında yeni bir anayasa yazamayan AK Parti'nin hiç mi günahı yok? Bazı entelektüellere göre AK Parti oyaladı, yazmadı, iktidarını kalıcılaştırmak istedi vesaire. Bana göre yapamadı, yaptırtmadılar, yapamazdı. Çünkü delik büyüktü, kap kötüydü ve turşu kıvamında değildi. Bak yine AK Parti'yi temize çıkardın demeyin hiç, AK Parti yeni bir anayasa yapamazdı demiyorum ben, "demokratik" bir anayasa yapamazdı diyorum. Demokratik olmayan bir toplumun demokratik bir anayasası olur mu? Temeline "demokrasi ve insan hakları" koyalım, temelinde insan olsun diyeceğimiz bir anayasaya kaçımız evet diyebiliyoruz?

Bugünlerde sıklıkla Alija İzetbegoviç okuyorum. Okudukça demokrasi konusunda kendisinden epey ders alıyorum. İzetbegoviç Bosna-Hersek'in geçtiği dehşet günlerinde bir ülke tasavvur ediyor, merhum Alija gençliğinde "Genç Müslümanlar" üyesi olduğundan ve "İslam Deklarasyonu" adlı eseri kaleme aldığından mütevellit bazıları tarafından "İslamcı" ve İslam devleti kurmak isteyen birisi olarak algılanıyor. Kendisine bunu sorduklarında ısrarla şunu söylüyor, Bosna-Hersek halkı farklı din, dil, kültürlerden oluşuyor, burada bir İslam devleti kurmak "faşizm"den başka bir şey değildir. Biz Bosna-Hersek'te yaşayan Müslüman, Katolik, Ortodoks ve diğer dinlere inanan herkesin özgürce yaşayıp, her türlü haktan yararlanacağı bir demokrasi kurmak istiyoruz diyor. Toplumu İslamca olmayan bir yerde İslamcı bir devlet olmaz demek istiyor. Dolayısıyla şöyle bir dönüp kendimize bakalım, etrafımızı analiz edelim, gündelik yaşam örneklerine baksak yeterli olacaktır. Türkiye toplumu ne kadar demokratik ki bir demokrasi şaheseri kurabilsin? Sakın ha Türkiye halkını küçümsediğim sanılmasın, onların demokratik olmasına ne kadar imkan tanındığı da çok önemli bu noktada ve demokrasi de zaten akşamdan sabaha inşa edilen bir gecekondu değil. 

Devam edeceğiz...            

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder