19 Mart 2010 Cuma

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Yaşanan Gelişmeler

Ahlaksız Demokrasi – Hayali Çözüm Tacirleri – Uluslararası Etkiler

Türkiye gündemi o kadar yoğun, o kadar karmaşık ki bir türlü kafanızı kaldırıp dışarıya bakma imkanı bulamıyorsunuz. Özellikle genel seçimlere daha çokça zaman olmasına rağmen bugünden yarışın başlaması ile birlikte dışarıya bakmak için bir fırsat bulmak ancak içerideki yüksek tansiyondan sıkılmak ile mümkün olabiliyor. Yeni bir anayasa olacak-olmayacak tartışması, nevruz ile birlikte demokratik (kürt) açılım meselesinin yeniden ısınması, Başbakan’ın medya ile atışmaları, roman açılımı, muhalefetin muhalefetsizliği… gibi birçok meseleden sıkılınca ve şöyle bir etrafa bakınca Irak’ta gerçekleşen seçimler ve Kıbrıs’ta yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri gözümüze çarpıyor.

Kıbrıs Sorunu hepimizin bildiği uluslararası mahiyetinde yarım asırdan uzun bir süredir sorun halinden çıkamadığı için adeta “Ermeni Soykırımı İddiaları” gibi temcit pilavı hikayesine dönüştü ve dönüp ardımıza baktığımızda çözüm önerileri mezarlığından başka bir şey göremiyoruz. 1960 yılında Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumları kendilerinin iradesi çok önemsenmeden birlikte yaşayacakları bir devlet kurdular. Sonra 1963 yılında Kıbrıs Rumları anayasal değişiklikler yapmak yoluyla Kıbrıs Türklerini devre dışı bırakarak devleti tekellerine geçirmek isteyince esas sorun başladı diyebiliriz. Türkiye’nin 1974 yılında garantörlük haklarından doğan ve haklı müdahalesi ile birlikte Kıbrıs Adası fiilen ikiye bölündü. Bugünden 36 yıl önce ikiye bölünen ada birçok barış ve çözüm planı ile birlikte Birleşmiş Milletler Genel sekreterlerini eskitti ama henüz bir neticeye ulaşılmış değil. Bu çözüm önerilerine karşı çıktığı, statükoyu kıramadığı için suçlanan ve Kıbrıs tarihi içinde efsaneleşen cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, 17 Nisan 2005 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde koltuğunu statükoyu kıracağını, Kıbrıs Adasının ikiye bölünmesine izin vermeyeceğini ve çözümü getireceğini iddia eden mevcut cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a devretti. Zaten en son çözüm planı olarak ilk kez referanduma götürülen “Annan Planı”na “evet” kampanyası yürüterek Kıbrıs’ın birleşik bir şekilde Avrupa Birliğine girmesinin sağlanacağı düşüncesiyle hareket eden de o zaman Başbakan koltuğunda oturan Mehmet Ali Talat’tı.

KKTC’de 19 Nisan 2010 tarihinde cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olan isimlere baktığımızda son 7 yıldır Kıbrıs Sorunu’nu çözme vaatleri ile birlikte Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Mehmet Ali Talat’ın tekrardan aday olduğunu görüyoruz. 19 Nisan 2009’da gerçekleştirilen genel seçimlerde büyük bir yükseliş ile tek başına iktidara gelen Ulusal Birlik Partisi’nin cumhurbaşkanı adayı ise Başbakan Derviş Eroğlu. Talat ve Eroğlu dışında cumhurbaşkanlığı makamına talip 6 isim daha var. Bu isimler arasından bir tanesi ise KKTC gündemine bomba gibi düşen adaylık açıklaması ile Tahsin Ertuğruloğlu. Tahsin Ertuğruloğlu Ulusal Birlik Partisi Lefkoşa milletvekili ve Başbakan Derviş Eroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylık dilekçesinde imzası bulunmakta. Son dakikaya kadar herhangi bir girişimde bulunmayan Ertuğruloğlu, Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyarette Türkiye Başbakanı ve Cumhurbaşkanı ile görüştükten sonra KKTC’ye dönüp partisinin genel başkanı ve cumhurbaşkanı adayı KKTC Başbakanı Derviş Eroğlu ile görüştükten sonra adaylığını açıkladı. Ertuğruloğlu’nun adaylığına ilişkin bir çok değişik fikir değişik isimlerce ortaya atılmakta. Ancak görünen o ki Ertuğruloğlu kendi iradesi ile aday olmuş değildir. Kendi iradesi ile cumhurbaşkanlığı makamına aday olacak birinin başka bir adayın, dolayısıyla rakibinin adaylık dilekçesinde destek mahiyetinde imzası bulunması büyük manasızlıktır. Doğal olarak Ertuğruloğlu hakkında ortaya atılan dedikodulara itibar göstermemek mümkün değildir. Ertuğruloğlu’nun Derviş Eroğlu’na yaptığı hamlenin Eroğlu’nun potansiyel rakibi Talat tarafından organize edildiğini düşünmek, Ertuğruloğlu’nun aday olmadan önce gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti ve Başbakan Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Gül görüşmeleri üzerine düşünceler, Ertuğruloğlu’nun demokrasi kisvesi ardına sığınılan adaylığını lekelemektedir. Peki Ertuğruloğlu bu etik dışı hareket ile cumhurbaşkanlığına aday olurken ilk adımda kaybetmiş olmuyor mu? Ertuğruloğlu cumhurbaşkanı olmayı istese böyle bir ahlaksızlık ile yarışa bir adım geride başlar mıydı? Bu sorular Ertuğruloğlu’nun cumhurbaşkanlığı için değil, etik dışı hamle yaparak ihanet ettiği Eroğlu’nun cumhurbaşkanı olması ihtimalini zayıflatmak istemektedir.

Bu durumda Ertuğruloğlu’nun ekmeğine yağ sürdüğü kişi Mehmet Ali Talat’tır çünkü hali hazırda çözümsüzlük statükosunu kırmak vaatleriyle oturduğu koltuğu yeniden kazanmak için Talat’ın elinde herhangi bir argüman kalmamıştır. Kıbrıs Türklerinin içinde bulunduğu dünyadan dışlanmışlık ruh hali üzerinden izolasyonları kaldırmak, Kıbrıs Türklerine dünyanın kapısını aralamak vaatleriyle cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Mehmet Ali Talat, geçen 5 yıllık süreçte yapılan görüşmeler ile hiçbir şey kazanamamıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken müzakereleri hızlandırma girişimleri ve somut bir netice almak çabası sırf bu yüzdendir ve esasen etik değildir. Etik olan seçim sürecinin tamamlanmasını beklemek ve sonrasında müzakerelere devam etmeyi tercih etmektir. Fakat Mehmet Ali Talat cumhurbaşkanlığı makamını terk etmemek pahasına etik davranmamakta ve hatta müzakerelerden hiçbir sonuç çıkmayacağını öngörerek Derviş Eroğlu’nu engelleyebilmek adına Ertuğruloğlu’nun adaylığına sevinerek destek vermektedir. Mehmet Ali Talat’ın statükoyu yıkmak ve Kıbrıs Sorununu çözüme bağlayan kişi olmak hayali pek mümkün görünmemektedir. 2009 yılında Kıbrıslı Türklerin Derviş Eroğlu’na verdiği yüksek temsil hakkı ve CTP’nin (Talat’ın partisidir) büyük düşüşü bugünkü cumhurbaşkanlığı seçimleri için, perşembenin gelişi çarşambadan belli olur deyişini akıllara getirmektedir.

KKTC’de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçları mutlaka Kıbrıs Sorunu’na dolaylı ve doğrudan olan tüm aktörleri ilgilendirmektedir. Türkiye ısrarla Kıbrıs Türklerinin iradesine saygı duyduğunu ifade ediyor olsa bile Tahsin Ertuğruloğlu’nun adaylık sürecindeki Türkiye görüşmeleri bu savı yıkmaktadır. Uluslararası aktörlerde aynı ifadeyi kullanıyor olsa bile Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban-Ki Moon’un seçime çok az kala adayı ziyaret etmesi ve çözüme yönelik çabaların arttırılması yaklaşımları resmen Mehmet Ali Talat’ın desteklendiğini göstermektedir. Mehmet Ali Talat’ın statükoyu bitirmek vaatleri ile yeni bir statüko mu yaratmak istediği sorusu ile birlikte, Kıbrıs Adasında mevcut İngiliz üsleri ile ABD’nin üs talepleri düşünüldüğünde, Kıbrıs Sorunu yine Kıbrıs Türklerinin iradesi dışında birileri (!) tarafından çözümsüzlüğe mahkum ediliyor yorumuna ulaşmak çok zor değil. Kıbrıs’ta çözüm olmaması Kıbrıslı Rumları ilgilendirmiyor çünkü Kıbrıs Rumları hali hazırda ve fiilen ortada olmayan “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında Avrupa Birliği üyesi oldular. Ancak Kıbrıs Türkleri kalkacağı vaad edilmesine rağmen halen daha izolasyonlar altında ezilmektedir. Zaten uluslararası toplumun da istediği izolasyonlar altında ezilen Kıbrıs Türklerine sadece umut tacirliği yapmak ve ötesine geçmemektir. Dolayısıyla Batı’nın adayı bu tacirliği yıllardır sürdüren Mehmet Ali Talat’tır. Aksi takdirde cumhurbaşkanı olacak Eroğlu ile bazı gerçeklerin ön plana çıkması ve KKTC’nin saygın bir devlet olarak uluslararası topluma dahil olması ihtimali adada üsleri bulunan İngilizleri ve üs talepleri olan ABD’yi rahatsız edecektir. Çünkü mevcut umut tacirliği ve ardı arkası kesilmeyen müzakere sürecinin yarattığı ruh hali ile Kıbrıs Sorunu salt iki toplumun uzlaşamamasından ibaret olarak gösterilmek istenmektedir.

1 yorum:

  1. tebrik ederim burakcım cok ısabetlı tespıtlemelerde bulunmussun... devamını beklıoruz
    Yunus ERDEM

    YanıtlaSil