2 Mart 2010 Salı

Safları Sıklaştıralım Ama Hangi İstikamette?

Türkiye gündemi puslu bir havaya büründü ve izleyebilene aşk olsun. Erzurum-Erzincan hattındaki gelişmelerde kimin haklı olduğu ve olması gerekenin ne olduğuna karar vermek mümkün değil. Köşe yazarları başta olmak üzere bilim insanları ve hemen herkes bir tarafgirlik içerisinde meselelere yaklaşıyor. Anlaşılan o ki bu kavgaya taraf olmamak için çok sabırlı olmak lazım. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi tarafsızlığın bir taraf olabilme ihtimali çok hassas bir süreç içerisinde incecik bir çizgide ilerliyor. Türkiye'nin Avrupa meselelerinde doğulu, Ortadoğu meselelerinde ise batılı olarak algılanması gibi bireyler de doğru olanı anlatana kadar veya seçene kadar ya ondan ya da bundan olmak zorunda kalıyor. Sistematik bir şekilde ikiye ayrılmak isteniyoruz ve her geçen gün ittifaklar saflarını sıklaştırmakta. Ankara'da gerçekleştirilen iki etkinlikte gözüme çarpan en önemli şey daha dün birbirine kurşun sıkanların bir ortak düşman bularak şimdi tüm kurşunları birlikte o düşmana sıkma isteğidir. Daha açık bir ifade ile 1980 darbesi öncesinde yaşanan iç çatışma ortamında birbirine kurşun sıkan ideolojiler ve siyasi yapılanmalar kısmen de olsa saflarını bir tutmak çabası içine girmiş görünüyorlar. Özellikle sosyal demokrat kimlik ve sol argümanlardan bahseden CHP'nin adeta kızıl elma koalisyonu içine girmesi ve sol fragsiyonların son dönemde yaşanan sivil-asker geriliminde sınıfta kalarak eleştirel bir yaklaşıma sahip olamaması düşündürücüdür. Prof. Dr. Ahmet İnsel öncülüğünde gerçekleştirilmeye çalışılan yeni sol söylemi bu keşmekeş arasında yeterli ilgiyi görememektedir. Konuyu dağıtmadan bu saf sıklaştırma durumunun üzerinde durmak gerekliliğine inanıyorum.

Türkiye'de safların sıklaşması aslında değişik dönemlerde değişik gruplarca gerçekleştirilmiş ve nihayetinde refleksif bazı hareketlerin ortaya çıkması ile birlikte bu durumdan en büyük zararı yine Türkiye görmüştür. Kısaca bir iki örnek vermek gerekirse eğer, tek partili dönem içinde (ki tek parti diktasıdır) Cumhuriyet Halk Fırkası'nın safları sıklaştırırken temel referans olarak gördüğü Kemalizm maalesef tüm ülkeyi kucaklayamamış ve bazı inanç grupları ile etnik kesimleri baskı altına alarak antitezin doğmasına zemin hazırlamıştır. Çok partili hayata geçiş ile birlikte -ki bu da bakir bir doğum olarak CHP'nin içinden bir DP oluşturmaktır- özellikle batının baskıları ile dış dünyaya uyum çalışmaları etrafında liberal politikaların izlenmek istendiği dönem 27 Mayıs 1960 darbesi ile noktalanarak tek partili dönemin koşulları yeniden yaratılmak istenmiş ve bugün halen daha geniş kitlelerce en özgür anayasa kabul edilen 1961 anayasası hazırlanmış ancak yargı mekanizmaları yine bir takım insanlarca güç odağı olarak kullanılmak için şekillendirilmiştir. İlerleyen dönemde ise temel olarak sağ-sol çatışması algısı etrafında yaşanan iç gerilimler yine Türkiye'nin dışarıya dönük bir çok fırsatı ıskalamasına neden olmuştur. Sağ safların ve sol safların sıklaştırılması da bir şekilde Türkiye'nin aleyhine olmuş ve bütün fırsatların dışında ülke genç ve eğitimli nüfusunun büyük kısmını bu gerilim içerisinde yitirmiştir. Tüm bu süreçlerin içerisinde kendini her zaman dışlanmış ve hakkını aramaktan men edilmiş hisseden bazı tarikat ve cemaat oluşumları bugün anladığımız kadarıyla intikam gününü beklemiştir. Ve nihayet 12 Eylül'de enteresandır askerin postalı ile bu yapılanmaların önüne büyük bir siyasi manevra alanı yaratılmıştır. Dikkat edildiğinde bugünün iktidarının palazlanma süreci 1980'li yılların başlarıdır. 12 Eylül darbesinin sağ ve sol cenahta yarattığı yıkım ve psikolojik tahribat ile birlikte bugün adını sıkça andığımız cemaat yapılanması kendini hazırlamak ve geliştirmek için büyük bir fırsat yakalamıştır. Cemaat yapılanmasının yakaladığı fırsat ile birlikte saflarını sıklaştırması ve bu sürecin sonunda büyük bir güç haline gelmesi ile birlikte bu kez yazının başında da değindimiz eski düşmanlar yeni bir ortak düşmana karşı saf sıklaştırma çabası içerisine girmiştir. Ancak burada da ya farkedilmeyen yahut çok da önemsenmeyen Türkiye devleti ve bu devleti oluşturan halkın bu durumdan gördüğü zarardır. Çünkü bu karşılıklı saf sıklaştırma çabaları Türkiye'de insanları germekten ziyade temellerini doğru prensiplere oturtabilmiş değildir. Demokratikleşme, insan haklarına saygı, ekonomik kalkınmışlık v.b. evrensel değerlerin önemsenmesi ve her yeni günde güçlendirilerek benimsenmesi maalesef tüm bu safların (gruplar) eksik kaldığı ortak noktadır.

Evrensel değerlerin benimsenmesi ve geliştirilmesi noktasında yaşanan eksikliğin temel nedenlerinden bir tanesi, senin adamın benim adamım kavgasının ve siyaset kurumunun bir güç gösterisi olarak kullanılmak istenmesinin doğurduğu sonuç olan iktidar hırsıdır. İktidar olmanın ve ayrıcalıklı olmanın insan doğasında yarattığı istenç ne yazık ki Türkiye'de tüm kesimler için değil belli değerleri benimsemiş olan gruplar için geçerlidir. Dolayısıyla iktidar araçlarını eline geçiren her grup bu araçlardan maksimum derecede yararlanmak ve bunu yaparken kendine düşman veya rakip olarak gördüğü diğerlerini bu güç sayesinde elde edilecek faydadan men etmek istemektedir. Daha net ifadeler ile anlatmak gerekirse, Türkiye'de kuruluşundan bugüne kadar – dikkat buyurun kuruluş yılları dahil- iktidarı eline geçiren her kesim -ki çeşitli değildir- kendi adamlarını iktidardan nemalandırmış ve bu haraket ile iktidarını güçlendirerek tek hakim konumunda olmak istemiştir. Bunun somut örneği 1921 – 1924 – 1961 – 1982 anayasalarında karşımıza çıkmaktadır. Anayasalar incelendiğinde her biri kendine özgü ayrıcalıklara sahiptir. Maalesef bizim ülkemizde anayasa hiçbir zaman demokratik zemine oturmamıştır. Yapılan yeni anayasa bir öncekini ılga ederken, fiili gücü elinde bulunduranlar tarafından kimseye sorulmadan ve kendi çıkarlarını korumak üzere yazılmıştır.

Konuyu çok dallandırmadan sonuca bağlamak gerekirse, Türkiye'de yine bir saf sıklaştırma durumu ile karşı karşıyayız. Bu kez çok alışık olmadığımız bir güçlü oluştu. Bu durum birçokları tarafından halen daha büyük bir hezimet olarak algılanmakta. Tarafgirlik yaparak meseleye yaklaştığımız zaman mutlaka bir kısmımız bu saf sıklaştırmasından memnun olacak, bir kısmımız ise bu durumu lanetleyecektir. Ancak unutulmaması gereken bir mesele var ki, o da zamanın akıp gittiği ve dünyada yaşanan meselelerin her yeni günde farklı boyut kazandığıdır. Özellikle küreselleşmiş dünya arenasında içeriye dönük iktidar mücadeleleri ve senin adamın benim adamım anlayışı sadece hepimize kaybettirmektedir. Altını çizerek bir kez daha söyluyorum bu saf sıklaştırma eğer bir kez daha intikam hırsı, iktidar budalalığına kurban giderse kaybeden yine ve yeniden HEPİMİZ olacağız. Doğal olarak bugün içinde yaşadığımız sürecin çok dikkatli analiz edilmesi gerekmektedir. Bu analiz yapılırken de tarafgirlik bir kenara bırakılmalı ve taraf olunacak meseleler iyi tesbit edilmelidir. Gerçek bir demokrasi, insan hak ve özgürlüklerinin olabildiğine genişletilebilmesi, bağımsız bir yargı, küresel krize rağmen ekonomik büyümenin gözetilebilmesi, istihdamın arttırılabilmesi ve genç işsizlik tehditine karşı önlemler ve en önemlisi de içerideki tansiyonun azaltılabilmesi ve gerçek gündemin belirlenebilmesi ile birlikte içeride biriktirilecek enerjinin küçük kavgalar yerine dış sahada daha verimli kullanılabilmesi... İşte tüm bunlar taraf olabileceğimiz meselelerdir. Bunların dışında kalan sen-ben kavgasına artık tahammülümüz kalmamıştır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder