5 Ağustos 2010 Perşembe

Referanduma Doğru 2

12 Eylül 2010 tarihli referandum için 1982 anayasasından daha ileri bir yapı getireceği ve kapsamlı bir başlangıç ifade edeceği için “evet” oyunu hak ediyor demiştim. Bu yazımda da bahsi geçen “ileri yapı” ve “kapsamlı başlangıç” söylemleri ile ne anlatmak istediğimi “kamusal yarar” temelinde ele alarak “evet” oyu vermek için hangi gerekçelere sahip olduğumu anlatmaya çalışacağım. Anayasa değişiklik paketi ile ilgili tartışmaların siyasi mülahazalardan ziyade vatandaşa sağlayacağı faydalar -kamusal yarar- etrafında gelişmesi gerekiyor. Kamusal yarar ise kabaca; vatandaşın yönetime daha aktif katılabilmesini sağlayabilmek, bireyin birey olmasından ileri gelen haklarını hukuk ile güvence altına almak, 21. yüzyıl dünyasının koşulları gereğince bireyi alabildiğine özgürleştirmek ve devlet için birey mantığı yerine birey için devlet anlayışını oturtabilmekle ilgilidir. Tüm bu saydıklarımız ise devletin demokratikliği ile doğrudan ilgilidir. İşte bu noktada yapılacak referandumdaki değişikliklerin Türkiye demokrasisinin daha ileriye götürüp götürmeyeceği önem kazanıyor. Önümüzdeki referandumda oylanacak anayasa değişiklikleri ile nelerin değiştiği bu noktada önemli. Bu yazının esas hedefi olmadığı için hangi maddede ne değişiyor kısmını yazmayacağım. Merak edenler karşılaştırmalı bir analizi Ak Parti’nin internet sitesinde bulabilirler. Akıllara neden Ak Parti sitesini önerdiğim sorusu gelmemesi için belirtmeliyim ki Ak Parti’den başka herhangi bir siyasi parti böyle bir çalışma yapmamış. Yapılacak değişikliklerin şahım adına en önemlileri üzerinde duracağım ve bunların “kamu yararı” adına neler ifade ettiğini anlatmaya çalışacağım.

Anayasa Mahkemesi ile ilgili yapılacak değişiklikler ile mahkemenin hem yapısı hem de işleyişinde vatandaş lehine değişikliklere gidildiğine inanıyorum. Üye sayısı 11’den 19 a çıkarılıyor ve bu üyeliklere yükseköğrenimini tamamlamış 2 vatandaş da seçilebilecek. Ayrıca seçilen üyelerin görev süreleri 12 yıl ile sınırlandırılıyor ve bir kişinin 45 yaşından başlayarak 65 yaşına kadar 20 yıl gibi uzun bir süre için Anayasa Mahkemesi üyesi olması durumu sona eriyor. Üye seçilebilme yaşı yine 45 ancak görev süresi 12 yıl olarak tespit ediliyor ve bir kişi ikinci kez seçilemiyor. Böylelikle anayasa mahkemesi üyeleri neredeyse bir nesil boyunca aynı kalmayacak. Diğer önemli bir husus ise Türkiye’ye ciddi anlamda zarar veren bir uygulamanın önünü kesmek için yapılıyor. Böylelikle her vatandaş anayasal haklarının kamu gücü tarafından ihlal edildiği savı ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmek yerine önce Anayasa Mahkemesine başvuracak. Anayasa Mahkemesi ile ilgili önemli bir gelişme de üye sayısındaki artış ile birlikte TBMM’nin de 3 üye atamasında doğrudan etkili olabilmesidir. Demokratik teamüller işleyecekse, halkın iradesi yasamaya da yansıyacaksa, bu dolaylı yoldan da olsa parlamento tarafından 3 üye belirlenmesi ile yeni paketin getirdiği önemli bir husustur. Bilindiği gibi Anayasa Mahkemesi mevcut yapısı ile yetkilerini aşan kararlar verdiği gibi, “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” felsefesini hiçe sayarak TBMM’den üst bir otorite konumuna gelmişti. Yapılacak değişiklikler ile milletin iradesinin yüksek mahkemeye daha çok yansıyacağı düşünüldüğünde bu değişikliğin “kamu yararına” olduğunu söyleyebiliriz.

Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili referandumda oylayacağımız değişiklik ile birlikte HSYK’nın üye sayısı 21’e yükseliyor. Mevcut yapıda üyeler Cumhurbaşkanı tarafından Yargıtay’dan 3 üye ve Danıştaydan 2 üye olarak atanıyordu. Dolayısıyla Hakim ve Savcıların kaderi sadece Yargıtay ve Danıştaydan atanmış üyelerin Adalet Bakanı ve Müsteşarının da doğal üyesi olduğu bir yapı ile belirleniyordu. Yeni düzenleme ile birlikte kaderleri belirlenecek hakim ve savcıların kendi aralarında yapacakları seçim ile gönderekleri 10 üye de HSYK’da yer alacak. Bunların dışındaki üyeler de Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay içerisinden kendi belirleyecekleri kişilerden oluşacak. Dolayısıyla HSYK’nın yeni yapısında Cumhurbaşkanı’nın nihai belirleyici olma ve üyelerinin sadece Danıştay ile Yargıtay’dan seçilme durumu sona ermiş olacak. Bu değişiklik de hakim ve savcılar üzerinde belli bir otorite olması yerine daha katılımcı, daha demokratik bir yapının görev almasını sağlamış olacak. Ayrıca kurulun meslekten çıkarma ile ilgili kararları da yargı denetimine açık olacak.

Anayasa Mahkemesi ve HSYK yapısı ile ilgili değişiklerin “kamu yararı” içeren bir boyutu da toplumun tüm kesimlerinden bireylerin bu iki önemli kurumda yer alabilme şansının ve yolunun açılmış olmasıdır. Türkiye’de özellikle son dönemde ortaya çıkan senin yargıcın benim mahkemem durumlarının sona ermesi, daha sağlıklı ve katılımcı bir yargı mekanizması kurulması açısından her iki kurumun da yapısında gerçekleşecek değişiklikler “kamu yararı” yönündedir. Özellikle Anayasa Mahkemesi tarafından çoğunluğu Müslüman bir ülkede yaşam tarzı olarak “başörtüsü yahut türbanı” kendisinin ayrılmaz bir parçası hisseden insanların üniversitelere özgürce girebilmesini içeren kanunun engellendiği düşünüldüğünde, mevcut yapının toplumun tümünü kucaklayamadığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Bunun nedeni de Anayasa Mahkemesi’nin belli bir yaşam tarzına karşı olan bireylerden oluşması ve netice itibariyle ayrıcalıklı bir yapı oluşturmalarıdır.

Türkiye’nin demokratikleşmesi ve sivil siyasetin etkin hale getirilerek seçilmişlerin üstünlüğünün sağlanması adına bir başka gelişme ise Askeri Yargıtay ve Askeri Mahkemelerle ilgili anayasa değişikliğidir. Askeri Yargıtay’ın kuruluş, işleyiş ve üyelerinin özlük haklarına ilişkin düzenlemeleri konusunda mevcut metinde yer alan “askerlik hizmetinin gereklerine göre” ifadesi çıkarılarak, sadece mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı gözetilerek gerçekleştirilmesi öngörülmektedir. Buradan anlamamız gereken sivil mahkemeler ile askeri mahkemeler ve işleyişleri arasında herhangi bir ayrım gözetilemeyeceği ve Askeri Yargıtay dahi olsa onun da bağımsız mahkemeler ve hakimlik teminatı ile düzenlenebileceği gerçeğidir. Kısacası bu madde ile kendi kendini kendi kuralına göre yargılama keyfiyeti sona erecektir. İkinci bir düzenleme de Askeri Yargı başlığı altındaki 145. maddede yapılarak sivillerin askeri mahkemelerde savaş halleri haricinde yargılanmasının engellenmesidir. Aynı madde içerisine, “Devletin güvenligine, anayasal düzene ve bu düzenin isleyişine karsı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.” İbaresi eklenerek askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasının da önü açılmaktadır. Peki, bu değişikliklerin “kamu yararı” ile ilgisi nedir? Bu değişiklikler ile birlikte asker ile sivil arasında tam bir eşitlik sağlanmakla birlikte Türkiye tarihinin acı gerçeği olan askerin yönetime el koyması ve ayrıcalıklı pozisyonunu koruması engellenmek istenmektedir. Özellikle son dönemde yaşanan gelişmeler göz önünde tutulduğunda herkesin kanun önünde eşit olması gerekliliği ve devletin bağımsız mahkemelerinde yargılanabilmesi, çağırıldığında mahkeme karşısına çıkması zorunluluğu bu değişiklikler ile bir nevi teminat altına alınmak istenmektedir. Demokratik bir ülkede herkes kanun önünde eşit olabilmeli ve hesap verebilmelidir. Sokaktaki vatandaş ile Genelkurmay başkanı yahut Başbakan arasında T.C. Vatandaşlığı noktasında eşitlik olduğu unutulmamalı ve her vatandaş kanun önünde hesap verebilmelidir. Bu anlamda yapılacak değişiklikler içerisinde yer alan Genelkurmay Başkanı’nın yüce divanda yargılanabilmesi gelişmesi çok önemlidir. Mevcut durumda Genelkurmay Başkanı’nı yargılayabilecek herhangi bir mercii bulunmamaktadır. Başbakan ve Bakanlar Yüce Divan’da yargılanabilirken Genelkurmay Başkanı kendisinde üst rütbeli bir subayın olmaması teamülü ile yargılanamamaktadır. Yapılan değişiklikler ile Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve Meclis Başkanı da Yüce Divan’da yargılanabilecektir. Dolayısıyla kanun önünde seçilmişler de atanmışlar da aynı yerde yer alabilecekler. Bunun da demokratikleşme ve dolayısıyla kamu yararı açısından önemli bir gelişme olduğunu düşünüyorum.

“Hayır” cephesinin en çok önem verdiği ve bu maddeleri çıkarın “evet” diyelim dediği hassas konularla ilgili düşüncelerimi belirtmeye çalıştım. Ne demiştik, 12 Eylül 1982 anayasasına göre daha iyi bir yapı ve kapsamlı bir başlangıç olacağı için “evet” oyunu hak eden bir referanduma gidiyoruz. Eğer Anayasa Mahkemesi, HSYK, Askeri Yargı gibi konularda herhangi bir değişiklik olmasaydı, bu anayasa paketi de 1982 anayasasına daha önce yapılan yamalar ile aynı etkiyi yapacaktı. Yani 1982 anayasasının darbe ve asker kokan taraflarını alıp götürmeyecekti. O nedenle bu değişiklikleri yeni bir anayasa için kapsamlı bir başlangıç olarak görüyorum. Daha önce Prof. Dr. Ergun Özbudun başkanlığındaki komisyonca yepyeni bir anayasa yazmaya kalktığımızda “hayır” diyenler ile bugün “hayır diyenler aynı. Yepyeni ve sivil bir anayasa yapamadık diye bugün bizi daha ileri taşıyacak ve aslında Türkiye’nin 50 yılı aşkın devlet politikası olan Avrupa Birliği üyeliği konusunda önemli bir adım olacak değişikliklere “hayır” diyemiyorum. Yeni bir anayasa yazabilecek ortamı oluşturacağına inandığım için, eksiklerine rağmen 12 Eylül 2010’da “evet” diyeceğim. Eksik kısımlarını ise bir sonraki yazıda ele alalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder