Hakkari’de
gerçekleştirilen PKK saldırısının üzerinden biraz zaman geçmesini beklemek ve
belki de sıcağı sıcağına yorum yapmamak gerekebilir ama sağduyunun esas lazım
olduğu anın olayın patlak verdiği zaman olduğuna inanmak mecburiyetindeyiz.
Saldırının bu kadar yoğun tepkilere neden olmasında rakamların etkisinin
yadsınamaz bir gerçek olduğu ortada. Yazının yazıldığı esnada Başbakan
Erdoğan’ın da açıklamasında belirttiği üzere bildiğimiz kayıp sayımız 24 ve
yaralılar 18. Terör örgütünün propagandasını yapan yayın organları ise sayıları
çok daha yüksek veriyorlar. An itibariyle toplumun sosyal medya üzerinden
verdiği tepkilere baktığımızda ise maalesef saldırı amacına ulaşıyor
diyebiliriz. Hükümeti istifa etmeye çağırmaktan tutun Terör örgütünün eski
lideri Abdullah Öcalan’ın idamının gündeme getirilmesine kadar derin bir infial
halinin hakim olduğunu görüyoruz. Bununla birlikte siyaset kurumunun da çok
sağduyulu bir tutum içinde olduğunu söyleyemeyiz. Ana muhalefet lideri hükümeti
istifaya çağırırken, Kandil’e bayrak dikilmesinden olağanüstü halin yeniden
ilan edilmesi gerektiğine dair yaklaşımlar var.
PKK’nın
bugünün gerçeği olmadığının altını çizerek meseleyi ele almamız gerekiyor.
Yaklaşık 30 yıldır Türkiye’nin gündemini meşgul eden, canını yakan, canlarını
alan ve milyar dolarlarına mal olan bir maliyetten bahsediyoruz. Hal böyle
olunca terör örgütünün sadece Türkiye eksenli ele alınması da pek mümkün değil.
PKK’nın ortaya çıkış nedenleri ile bugün geldiği nokta arasındaki derin uçurumu
da görmezsek doğru tespitler yapmamız zor. Zira PKK ilk ortaya çıktığında Kürt
halkının haklarından dem vuruyordu fakat bugün geldiğimiz noktada PKK’nın
uluslararası mahiyette bir suç şebekesi olduğunu söylememiz gerekiyor. İnsan
kaçakçılığından uyuşturucuya kadar PKK’nın faaliyetlerini ve kadın bebek yaşlı
genç demeden yaptığı katliamları göz önüne aldığımızda PKK ile Kürt halkının
hakları arasında bir paralellik kurmak zor oluyor. Bu yüzden PKK’nın
gerçekleştirdiği saldırıları Kürt halkı ve Kürt halkının hakları ile
özdeşleştirmek büyük bir yanılsama oluyor. İşin diğer bir boyutu ise PKK’nın
yapmış olduğu “terör” adını verdiğimiz faaliyetlerin bir “meslek” haline getirilmiş olmasıdır. Çünkü PKK’nın teröründen
nemalanan, para kazanan, hayatını idame ettiren ve sırf bu terör belasından
varlık sebebi oluşturan insanlar/kurumlar var. Murat Karayılan’dan Fehman
Hüseyin’e kadar daha birçok üst düzey örgüt yöneticisinin sorunun olası çözümü
dahlinde hükmedecekleri, iktidarlarını üzerinde hissettirecekleri bir alan
kalmayacak. Zaten bu kadronun sorunun siyasi çözümünde talep ettikleri şeyin
eşit, demokratik, adaletli ve onurlu bir birliktelik olmadığını görmemek için
kör olmak gerekiyor. Hal böyle olunca örgüt düşük yoğunluklu çatışmaların
sürdüğü, kendi hayal dünyalarındaki bir hedef uğruna insanları kolayca
kandırabildikleri ve kendi gücü olarak kullanabilecekleri ortamın devamlılığını
istiyor. Örgütün varlığını sona erdirecek olan Kürt Açılımından hoşlanmaması,
TRT Şeş’e karşı durması ve diğer bir sürü tepkisi bu noktada anlam kazanıyor. Örgüt
varlığını sürdürürken kendini yaslayacağı zeminler oluşturmak zorunda. Tam bu
noktada örgütün uluslararası desteği ve konumu devreye giriyor. Bugün Suriyeli
Kürtlerin Esad yönetimi altında bırakın eşit vatandaşlığı kimliğe bile sahip
olmamaları örgüt için bir başka yaşam alanı oluşturuyor. Bu örneği Irak ve İran
Kürtleri ile çeşitli boyutlarda genişletebilirsiniz. Avrupa’dan da insan
hakları ve özgürlük söylemi çerçevesinde destek ve yataklık bulan örgüt
Türkiye’nin bölgesel bir güç haline gelmesini veya güçlü adımlar atmasını
istemeyen ne kadar güç ve ülke varsa bunların kucağına oturmaktan çekinmiyor.
Örgütün
hali pür mealini ortaya koyduktan sonra gelelim yaşanan son saldırının
şifrelerine. PKK’nın 6-7 ayrı yere ağır silahlar ile saldırıp saatlerce çatıştığı
bilgisine sahibiz. 200 kişi ile anılan kalabalık bir grup ile bu saldırıları
gerçekleştirdiği bilgisi de elimizde mevcut. PKK’nın basit ve sıradan bir terör
örgütü olmadığı gerçeği yukarıda verdiğimiz bilgilerle anlaşılıyor olmalı. 200
kişilik bir grubun ağır silahlar ile 6-7 ayrı noktaya küçük gruplara ayrılarak
saldırması için ciddi bir desteğe ihtiyacı olduğunu kabul etmeliyiz. İkincisi
ise PKK’nın neden bu kadar büyük çapta bir eyleme giriştiği sorusuna cevap
vermemiz gerekiyor. PKK’nın ağır kayıplar verdirmek yolu ile güçlendiği
düşüncesine sahip olanlar yanılıyor. Güvenlik güçlerine verdirilen ağır
kayıplar değil, bu kayıpların toplum ve güvenlik güçleri içerisinde yaratacağı
infialin sonuçları örgütü güçlendirir. Şöyle düşünmek gerekiyor. Yukarıda da
bahsetmiştik ki kayıpların sayısı ile toplumda oluşan etkinin büyüklüğü
arasında doğru bir orantı var ve bunu elbette örgütte hesap edebiliyor. Sırf bu
yüzden bu kadar organize bir şekilde büyük kayıplar verdirmek için hem de
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün daha birkaç gün önce ziyaret ettiği yere
saldırıyor. Cumhurbaşkanı’nın millet ve askeri ile kucaklaşmak için geldiği
yerden devlet ile millet ve asker arasında yarık oluşturmaya çalışıyor örgüt.
Toplumun sokaklara dökülmesini ve en basit yaklaşımla Kürtleri hedef almasını
bekliyor. Askerin ise kendi içerisinde dengesizlikler yaratmak ve hatta polis
ile askerin ruh halini çökertmek istiyor. Basit düşünmek lazım, arkadaşını
kaybeden askerin yakalayıp öldüreceği terörist üzerinde uygulayacağı işkencenin
resmini düşünelim. Ölü beden üzerinde nelerin yapıldığını biliyoruz. Bu
işkencenin ve ölü bedene yapılan muamelenin bölge halkı üzerinde örgütçe nasıl
kullanıldığını düşünelim. Her yeni kaybın sorunu nasıl daha girift hale
getireceğini hepimiz biliyoruz. Yeni kayıplar soruna yeni insanların dahlini
sağlıyor. Olayın psikolojik boyutunu es geçmemiz mümkün değil. Örgüt hem bölge
halkına yani Kürtlere hem de batıya yani Türklere oynuyor. Kısacası toplumsal
uzlaşının oluşmasını engellemek için elinden geleni yapıyor. Tabii ki bunu
destekleyecek başka kurum-ülke ve kanalları da kullanıyor. Yeni Anayasa’nın
yazılması yolunda adım atılırken, Türkiye’de halk PKK-MİT görüşmesine bile
sağduyulu yanıt verip sorunun çözülmesi için irade ortaya koyarken ve
Cumhurbaşkanının bölgeye ziyaretinin hemen ardından yapılan bu ağır saldırının
başka bir hedefi olamaz.
Saldırının
hedefini tespit ettikten sonra sonucuna bakacak olursak eğer şunu açıkça
söylemek gerekiyor ki PKK böyle büyük bir saldırı ile Türkiye’nin son
dönemlerde üzerinde arttırdığı baskıya rağmen varlığını sürdürdüğünü ve hatta
amiyane tabirle “yıkılmadım ayaktayım”
mesajı verdiğini söyleyebiliriz. Hiçbirimizin hoşuna gitmiyor olsa da böyle bir
saldırıyı gerçekleştirmiş olmak da bir terör örgütü açısından başarıdır. Çünkü
Türkiye’nin son dönemde Kandil dağını hava kuvvetleri ile bombalaması, PKK’ya
büyük kayıplar verdirmiş olması, Kuzey Irak’ta köylerin PKK aleyhine
boşaltılması ile ilgili gelişmeler ve Türkiye içindeki en büyük kampları diye
anılan kamplara gerçekleştirilen baskınlara rağmen örgüt ben halen buradayım
demiştir. Türkiye’nin silahlı kuvvetlerinin son döneme kadar silahlı mücadele
ve donanım açısından yaşadığı sorunları da düşünmemiz gerekiyor. Eski
Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in internete düşen ses kaydında belirttiği
zaaf ve eksikliklerin henüz giderilememiş olduğunu bu saldırının kolayca
gerçekleştirilmiş olmasından anlıyoruz.
Saldırının
hedefine ulaşıp ulaşmaması PKK için varlığını daha ne kadar sürdürüp
sürdüremeyeceği sorusunun cevabı olacaktır. Eğer sokaklara bir etnik kaos ve
çatışma hakim olabilirse, eğer asker-polis ve tüm güvenlik güçleri uluslararası
hukuk standartlarında sürdürdüğü terörle mücadele çizgisinden vazgeçer ve
hukuksuz uygulamalar gerçekleştirirse PKK amacına ulaşmış olacak. Maalesef
saldırıdan sonra gerek sosyal medya üzerinde verilen refleksler gerekse
muhalefet partilerinin genel başkanlarının yaklaşımları PKK’nın amacına
ulaşması için çanak tutuyor. Elbette genç arkadaşlarımızın birer birer küçük
kutularla ebediyete uğurlanması hepimizin canını acıtıyor ve hatta aslında ateş
düştüğü yeri yakıyor. Fakat gerçekleşmiş bir saldırının ardından kalkıp
hükümeti istifaya davet etmek çok rasyonel bir tepki değil. PKK’nın yaratmak
istediği kaos ve istikrarsızlık ortamına adeta davetiye çağırmak, ne muhalefet
partilerine ne de vatandaşlara yakışmıyor. Sayılar üzerinden durum tespiti
yapmak, sayılara göre refleks vermek ise barış çağrısı ve/veya sorunun çözümü
için dillendirilen özleme gölge düşürüyor. Bir can ile on can arasında fark
görmeden, canların ölmesini değil yaşamasını düstur edinen bir politikaya
ihtiyacımız var. Bunu yaparken ise kantarın topuzunu kaçırmamak gerekiyor. Bazı
liberal çevrelerin barış güvercini olmak hevesiyle “şiddete herkes son versin” mealindeki çağrılarını da ayrıca
düşünmek gerekiyor. Çünkü devletin güç kullanma meşruiyetine sahip olduğu
gerçeği ve örgütün uyguladığı şiddet ile devletin uyguladığı güvenlik
uygulamaları arasındaki farkı yok sayan bir yaklaşım bu. PKK terör örgütü
olarak Kürtlerin hakkını savunmuyor, Kürt halkını istismar ederek Türkiye’nin
geleceğine dinamit koymaya çabalıyor. Bunu şiddet kullanarak gerçekleştirmeye
çalışıyor. Türkiye ise güvenlik güçleriyle birlikte meşru güç kullanma yetkisi
ile PKK terör örgütüne karşı mücadele ediyor. Bu ayrımı iyi yaptıktan sonra hak
ve özgürlükler noktasında en ileri taleplerde bulunmakta herhangi bir sorun
yoktur. Nitekim Türkiye’nin silahla mücadele siyasetle müzakere olarak
Başbakan’ın ağzından duyurduğu stratejisi de bunu işaret etmektedir.
Burak
YALIM
UİÇ
Derneği Başkanı
https://www.facebook.com/burakyalim