Muammer Kaddafi 42 yıl önce 1969 yılında yaptığı bir darbe ile Kral İdris’i (Şeyh İdris) devirerek henüz 27 yaşında bir albay olarak ülke yönetimini ele geçirmişti. Libya Arap Cemahiriyesi’ni kuran Albay Muammer Kaddafi “Üçüncü Evrensel Teori” olarak adlandırdığı sosyalizm ile islam karışımı bir rejim oluşturmuştu. Kendisinin kaleme aldığı Yeşil Kitap adlı eserinde bu sistemin inceliklerini anlatmıştı. Halk Cemahiriyesi olarak adlandırdığı bu sistemle toplumu aşağıdan yukarıya örgütlemeyi hedefleyen, işyerleri, köyler, kasabalar ve şehirlerde devrim komuta konseyi olarak adlandırdığı konseye bağlı hiyerarşik bir örgütlenme gerçekleştirecekti. Aslında sistem her ne kadar aşağıdan yukarıya bir örgütlenme modeli ön görüyor olsa da işlevsel olarak yukarıdan aşağıya doğru bir denetim mekanizması şeklindeydi. Kısacası Muammer Kaddafi kurduğu kendi sistemi ile halkını kontrol altında tutmayı hedefliyordu. Bugün yaklaşık 6,5 milyon nüfusa sahip olan Libya’da halkın aşiretler şeklinde örgütlendiği, aşiretler arasında kan davalarının hüküm sürdüğü ve en ufak bir anlaşmazlıkta ortalığın kan gölüne döneceği düşünüldüğünde belki de Libya için zamanın şartlarında güçlü bir lider etrafında kurulan bu sistem doğruydu da diyebiliriz.
Şimdiden sonra ise Libya’nın demokrasiyi, çok partili serbest seçimleri ve halkın yönetime daha fazla katıldığı bir dönemi sükut-u hayal ile bekleyeceğiz. Sükut-u Hayal ile bekleyeceğiz çünkü Kaddafi’nin vahşice öldürülmesi ile birlikte Libya halkının ve/veya Libyalı muhaliflerin ne kadar gözü dönmüş olduğunu görebiliyoruz. Kaddafi’ye yapılan bu muamelenin 42 yıllık bir diktatörlük döneminin baş sorumlusu olması veya öyle görülmesi ile ilgisi yok diyemeyiz ancak her ne olursa olsun “demokrasi özlemi” ile Kaddafi’ye karşı ayaklanan Libyalıların demokrasiyi bu şekilde gerçekleştirmeleri pek mümkün değil. Dünya medyasına yansıyan görüntülere baktığımız zaman kanı donmayan bir insan yoktur diye düşünürken bunu gerçekleştirenlerin ne kadar insancıl olabileceği, insan hakları ve demokrasi ile ne kadar ilgili olabilecekleri soruları beliriyor. Elbette bugünün dünyasında tüm farklılıkları zenginlik olarak görebilen, her farklılığa temsil hakkı tanıyan, azınlık olanın ezilmesine müsaade etmeyen ve çoğunluğu da azınlık tahakkümüne maruz bırakmayan sihirli sözcük “demokrasi” ve bu sihirli sözcüğün işlevinin oluştuğu bir Libya tüm Libyalıların hakkıdır. Fakat uzun yılların aşiret düzeni, aşiretler arasındaki geçmişe dayanan ihtilaflar ve kontrolsüzce sokağa dağılmış olan silahların bundan sonra toplanıp toplanamayacağı düşünüldüğünde Libya’yı kısa vadede huzurlu günlerin beklediğini söylemek çok zor. Burada büyük sorumluluk Ulusal Geçiş Konseyi’ne ve onun yöneticilerinin Libya gerçeklerine hakim ve geçmişin tecrübelerinden ders çıkararak hareket etmesinde belirginleşiyor.
Libya’da Mart 2011’de başlayan halk ayaklanması her yeni günde Kaddafi ve yandaşlarına karşı yürüttüğü mücadeleyi Ekim 2011’de Kaddafi’yi linç ederek öldürmekle tamamladı. NATO’nun Libyalı muhaliflere bu süreçte sağladığı önemli bir destek olduğunu da not etmemiz gerekiyor. Libya’nın Kuzey Afrika coğrafyasında gerek petrol kaynakları gerekse Akdeniz kıyısındaki jeopolitik önemi göz önünde bulundurulduğunda NATO’nun hangi saikler çerçevesinde konuya müdahil olduğunu anlayabiliriz. Türkiye’nin NATO müdahalesine ilk başta karşı çıkması ve sonrasında oluşan konsensüse direnemeyip en azından lojistik anlamda destek vermiş olması da bu anlamda önemlidir. Libya’nın Kaddafi’nin ölümünden sonra çatışmasızlığa kavuşması ve akabinde normal bir siyasi düzeni oluşturabilmesi için NATO’nun ve uluslararası desteğin yanında Türkiye’nin rolü büyük önem taşımaktadır. Libyalıların Çanakkale’de, Mustafa Kemal, Enver Paşa, Nuri Paşaların Trablusgarp’ta omuz omuza çarpıştığı gerçeği göz ardı edilmeden, NATO ve Batı’nın daha çok yeni olduğu Libya’da Türkiye’nin tarihi derinliği etrafında pozisyon belirlemesi gerekmektedir. Bugün doğal kaynaklarını yönetemeyen, aşiretlerin birbirleri ile çatışmaya girdiği ve geleceğini kurgulayamayan bir Libya oluşursa bundan en büyük zararı yine Türkiye görecektir. Batı sorumluluğu olduğu sorunlara zaman zaman duyarsız kalabilmektedir (Bknz: Somali) fakat Türkiye’nin kötü durumdaki Libya’ya duyarsız kalması mümkün değildir. Yarın yeni bir Somali olmaması için Türkiye’nin Libya konusunda çok daha duyarlı ve hassas bir politika izlemesi, batının salt doğal zenginlikler üzerinden geliştirebileceği olası politikalara karşı dik bir duruşu benimsemesi gerekecektir. En azından Şeyh Sinusi’nin Kurtuluş savaşı yıllarında geleneksel kıyafetleri ile bizzat Mustafa Kemal’in yanında sağladığı desteğin bir karşılığı olmalıdır.
Burak YALIM
UİÇ Derneği Başkanı
Kaddafi gerçek halkçı bir insandı ayrıca gerçek bir Atatürk hayranıydı odasında Atatürk posterleri vardı Atatürk kaddafinin örnek aldığı liderdi ben ve turkiyeyi çok seviyordu libyaya giren ithal malların çoğu turkiyeden gidiyordu örneğim mobilya izmirden geliyordu insaatların tamamını türk sirketleri yapıyordu simdi batılı sirketler yapıyorlibya devletinin turk bankalarinda 300millar dölar parası olduğunu kaddafi kendi ağzıyla soyluyordu aamerika ve tayyip tayfası adamı yok eettiler ben libyada 12sene çalıştım kaddafiyi öldurenler Türkiyenın amerika vegönderdiği paralı askerler sadece libya halkı kaybetmedi turkiyede kaybetti libya olayında Türkiyenın de parmağı var hemde fazlasıyla tayyip in dünya gorusu uyusmadığı liderlerin ayağını kaydırma politikası libyadaki paralı askerlere ahmet Davutoğlu valizle elden goturuyordu paraları davut oğlunun dıs işlerı bakanı olduğu donemlerparalı katıllerın maaslarını bu nun vıdeoları intternette vardı merak eden açsın izlesin tayyip in ne kadar iğrenç bir insan olduğunu gorsunler
YanıtlaSil