22 Ağustos 2012 Çarşamba

Kimseye Etmem Şikayet



Uzun zaman olmuş, elim klavyeye gitmiyor, iki satır kelam edesim yok. Hepimizin başına gelir böyle zamanlar, sessizleşiriz önce ve derin bir bıkkınlık kaplar yüreğimizi. Kimisi eski filmleri, kimisi seyredemediği dizileri kimisi de müziği ilaç edinir bu ruh haline. Arka planda “Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime. Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime…” sözleri ve fikrimde 2023’ler, 2030’lar ve 50’ler… İstikbalin hiçbir zaman yeknesak mutluluk getireceğine inanamadığımdan mı yoksa kendini bir halt zannetmenin verdiği ağır sorumluluk duygusu mu bilinmez, yarınları düşündükçe hep bir Türkiye hikâyesi gelir aklıma. Sanki birileri boğazıma sıkı sıkıya yapışıp “siz ne halt ettiniz” diyecekmiş gibi irkilirim. Belki de ben benden öncekilere çok fazla yüklendiğim için başıma gelecekleri biliyorum. 10 yılda 15 milyon genç yarattığını dillere dolayıp kendisini kandıranlara kızdığımdan olsa gerek son yılda biz ne yaptık muhasebesine kapılıyorum genellikle. Sonra bunu sesli düşününce, Atatürk düşmanlığından başlayıp cumhuriyet karşıtlığına kadar konumlandırılıyorum. Tersi çok mu naif? Biz’den kastımın son 10 yıllık iktidar olmadığını, onların da süresinin ve görevinin dolacağını ve bizim taşın altına elimizi koyma zamanımızın yaklaştığını sesli düşününce de farklı bir şey olmuyor. Mutlaka ya Atatürk’ün ya da Erdoğan’ın çocuğu olmamız gerektiğine dair inanılmaz bir baskı altında titriyorum baktıkça istikbalime…

Atatürkçüyüz, Erdoğancıyız, Dindarız, Laikiz, Cumhuriyetçiyiz, Federalciyiz, Milliyetçiyiz, Muhafazakârız ve daha niceleri… Benim aklım en sık olduğumuz 3’ünde. Atatürk okumadan –çü olduğumuz, Kuran’ı elimize almadan dindar olduğumuz ve evvelini, sonrasını kavramadan milliyetçi olduğumuz haller bana pek bir bunaltıcı geliyor. Mesela insan olsak önce, sonra yüce kitabın söylediği gibi “okusak” ve okudukça bulsak kendimizi daha iyi olmaz mı? İdrakimize deli gömleğini niçin bu kadar erken giydiriyoruz? İdrak, deli gömleği ve müzmin –izm’lerimizin alakasını çok net bir cümle ile açıklayan Cemil Meriç ile aramız nasıl mesela? Hadi biraz Meriç’çi olalım sonra Haldun’cu ve belki akabinde Russel’cı, Russo’cu, Farabist, Gazalist ve bilumum yazmış çizmiş insanların takipçileri olalım ne dersiniz? Şimdi kalkıp kim mi kurcalayacak tozlu rafları, kim mi dirsek çürütecek ve hakikati arayacak? Hakikatte hepimiz, bilmediklerimiz oluyoruz en şahanesinden oysa…

Fazla baş ağrıtmanın manası yok. Geçenlerde bir dost dedi ki bugün bana silah doğrultanlar neyin peşinde? Herhalde durup dururken kimse kimseye silah çekmez değil mi? Bugün eline silahı alanlar bir intikam hikâyesinin aktörleri. Yıllar önce idraklerimize giydirilen deli gömleklerinin hesabını sormak istiyorlar. Niçin biz dünyanın nimetlerinden faydalanamadık, iktidara ortak olamadık ve biz bunu yaşarken siz neden gıkınızı çıkarmadınız diyorlar. Haksız olduklarını iddia edemeyiz ama haklılığın dışavurumu uğradığın zulmün bir benzerini gerçekleştirmek üzere eline silah almak değil!.. Sosyolojik bir vakıa addettiğimiz zaman bu şerden hayırlar devşirebileceğimizi de görmek mümkün. Ta ki bu vuruşmanın sonunda hiç kimsenin zerre fayda sağlamadığını idrak edebilelim.

Ben, halen daha “kim var” denildiğinde ortaya çıkacak “biz” in hülyasındayım. Mukaddes emaneti ne yaptınız sualine sahip çıkabilecek meşgaleye inanmışlardanım. Kimseye etmem şikayet değil kimseyi etmem şikayet diyenlerdenim. Yıllardır yediğimiz gollerin hesabını dış mihraklara yükleyecek kolaycılık yerine, “ben kimim ve bu hal neyin nesi, yetiş ey sonsuz varlık muhasebesi” mısralarında gizlenen mananın peşindeyim. Fazıl’cı değilim ama gençlikte köprübaşı olacak genci aradığı yerde olabilme telaşındayım. Baktıkça istikbalime titrerim mücrim gibi zira geç kalmışlık hissini hiç üzerimden atamadım. Oturduğu yerden eleştirmenin kolaycılığına kaçan ve eleştirmeyi hakaret sayan dostlara selam olsun, ben onlarla birlikte ağlayıp-güleceğim bir geleceğe yürüdüğümün idrakindeyim. Bu minvalde gönül kapımızı açık tutup farklılıklarımız üzere zenginleşeceğimiz büyük masayı kurabilmeyi ümit edinirim.

Diyarbakır’dan Edirne’ye ve hatta Erivan’dan Bihaç’a, Hatay’dan Samsun’a ve bu doğrultuda San’a’dan Akmescit’e kadar bizim coğrafyamız addettiğim topraklardaki tüm dostların yüzyıllardır gözünde, gönlünde olan büyük masa İstanbul’dan herkese selam olsun. Bize bayram başkasına zulüm oluyorsa oturup hep birlikte düşünmeli ve önce benliğin hesaba çekildiği büyük cihadı gerçekleştirmeliyiz.
Twitter: @burakyalim   

7 Ağustos 2012 Salı

Ramazan Sokağı Siyaset Malzemesi Olmamalı


Uzun zamandır İnegöl ile ilgili yazı kaleme almıyordum fakat Saadet Partisi Gençlik Kollarının İnegöl’de bir gelenek haline gelen “Ramazan Sokağı” ile ilgili basın açıklamasını duyduğumda bir iki kelam etmek zorunda hissettim. İl veya ilçe yönetimi böyle bir açıklama yapsaydı bu kadar içerlemezdim ama olayın içinde “gençlik” ibaresini görünce dayanamadım. İnegöl’de gençliğin siyaset anlayışını artık değiştirmesi şart zira böyle hamaset ve demogoji kokan açıklamalar ile siyasi fırsatçılık yapmanın getireceği günlük faydalar olsa bile uzun vadede ve genel olarak kaybedenin İnegöl olacağı aşikâr.

Saadet Partisi Gençlik Kolları İnegöl’de yıllardır kurulan “Ramazan Sokağı” için nedense bu sene hassasiyet göstermiş ve sokağın Ramazan ruhuna aykırı olduğu düşüncesini ağır eleştirilerle ifade eden bir açıklama yapmış. Birincisi bu açıklamanın taşıdığı niyetin halis olduğuna inanmak çok zor çünkü eğer hedef gerçekten bu sokağın ruhunu yansıtması meselesi olsa ilk önce gidip organize edenler ve sokak esnafı ile konuşmaları gerekir. Burada amacın İnegöl halkına AK Parti belediyesi İslam’a uygun düşmeyen işlerle meşgul mesajı vermek olduğu açık. Hadi diyelim ki böyle bir mesaj da sorun olmasın peki ya içerik? Acaba Ramazan Sokağı gerçekten Günah Sokağı mı olmuş? Yapılan açıklamaya baktığımızda sokakta olanların Ramazan ayının ruhuna ters düşmesi veya İslami hassasiyetleri gözetmediği noktasında elle tutulur somut bir örnek göremiyoruz. Sanıyorum Saadet Partili arkadaşlar İslam dinini sabahtan akşama kadar dua etmek, Kuran okumak ve Namaz kılmaktan ibaret sanıyorlar. Oysa mukaddes dinimizin sosyal hayatı teşvik ettiği, müminler arasında birliği, kardeşliği ve paylaşımı sağlayacak etkileşimi de tavsiye ettiğini görmemiz gerekiyor. İnsanların teravih namazı ve vakit namazları ile birlikte oruç sürecinde çok sohbet etme şansı olmadığı ve hatta oruç kafa ile pek sağlıklı sohbet edemediği hepimizin malumu. Zaten Ramazan Sokağı da ağırlıklı olarak iftar sonrasında aktivite düzenliyor ve kalabalıklaşıyor. Ama Saadetli dostlar bu kalabalık ve paylaşımdan, insanların aileleri ile bu sokağı dolaşıp alışveriş etmesinden, nargile içip muhabbet etmesinden rahatsız. Oysa insanların aileleri ile iftar sonrasında bu sokağa gelmesi, hele günümüz dünyasında akraba, eş dost ilişkilerinin her geçen gün azaldığı zamanlarda Ramazan sokağını gezme vesilesiyle karşılaşması, oturup iki çay içmesi ve hasbıhal etmesi kadar doğal ve güzel bir şey yok. Kendi ailemden bildiğim için rahatlıkla söylüyorum, “Ramazan Sokağı” eksik veya tam ama bir şekilde Ramazan ruhunu, geç vakitlere kadar sohbet edecek ortamı ve Ramazan ayı dahilinde merkezi bir mekan oluşturmak suretiyle insanları birbirine yakınlaştırması anlamında çok ama çok faydalı.

Ramazan Sokağı dört dörtlüktür iddiasında değilim. Eminim bunu sokakta esnaflık yapan, bu sokağı organize eden kişiler de iddia etmiyorlardır. Mesele üzüm yemekse eğer Saadet Partili dostların gidip sokak esnafı veya sokak organizatörleri ile istişare yolunu denemesi gerekirdi. Durup dururken böyle bir açıklama yaparak, hem sokak esnafına hem de organizatörlere yönelik karalama kampanyası başlatmanın varacağı yer neresidir? Toplumun hassas olduğu konulardan birini seçtiğimizde hiç normal ve rasyonel olmayan tepkiler oluştuğunu, Malatya’da Ailevi bir ailenin evinin kuşatılıp taşlandığını hepimiz biliyoruz. Yoksa birileri İnegöl’de de huzur ve sükunet ortamını bozmak mı istiyor? Böyle tehlikeli söylemlere sarılıp halkın hassasiyetlerini kaşımaktansa gerçekten samimiyetle yaklaşıp Ramazan Sokağı etkinliğinde eksik, yanlış veya doğru olmayan şeyleri değiştirmek adına çok daha yapıcı adımlar atılabilir. Hiç mi olmadı, bir alternatif etkinlik gerçekleştirip kendi doğrularınız noktasında insanlara çağrı da yapabilirsiniz. Kuran mı okutacaksınız, sohbet mi yapacaksınız, İnegöl’de hiç mi salon kalmadı?

Her zaman söylerim, iyi para kötü parayı kovar. Ama bu hakaretle, hamasetle, demagoji ile olmamalı. En azından İnegöl gençliği artık bu dar kalıpları terk edip kendi kabiliyetlerini ortaya koyup beğenmediği şeylere alternatif üretebilmeli. Yoksa başkalarını karalamak çok kolay. 

Smyrna Youth Dialouge: EXPO 2020


Siyasetimizin nezaketi sıkça yitirdiği, muhalefet ile iktidar partilerinin oturup konuşamadığı bir ülkenin genci olarak birkaç gün önce İzmir’de yaşadığım deneyim geleceğe yönelik var olan umutlarımın bir kere daha yeşermesine vesile oldu. Yıllardır sivil toplum çalışmaları ve siyasete ilgi duyan ve bu anlamda kendi meşrebince faaliyet gösteren bir birey olarak uzun zamandır bu kadar heyecanlanmamıştım. İzmir’de bir masanın etrafında birbirinden çok farklı kesimleri temsil eden yaklaşık 30 STK ve platform bir araya gelmiş ve İzmir’in 2015 için kaybettiği ama 2020’ye yeniden aday olduğu EXPO organizasyonunu kazanmak için güç birliği yapmaya karar veriyordu.

EXPO kısaca bir “Dünya Sergisi”. En son Çin’in Şanghay şehrinde 2010 yılında gerçekleştirilen bu sergi ile Çin’e dünyadan 73 milyon ziyaretçi akmış ve bu Çin’in gayri safi yurtiçi hâsılasında yakaladığı %5’lik büyümeye katkı sunarken diğer taraftan düzenlendiği dönemde Çin’deki yabancı yatırımların %58-60 oranında artmasını sağlamış. EXPO’nun tarihçesi de epey eskiye dayanıyor. İlki Londra’da 1851 yılında gerçekleştirilen EXPO’nun tarihsel sürecinde telefon, televizyon, mikrofon gibi buluşlar ilk kez EXPO vesilesiyle dünyaya tanıtılmış. Mesela Fransa’ya turist akınına neden olan ve giden herkesin fotoğraf çektirmek için uğradığı Eyfel Kulesi 1889’da gerçekleşen Paris EXPO’su için inşa edilmiş. Özet olarak EXPO dünyayı ayağınıza getirerek tanıtımınıza katkı sunan, bu süreçte yapıldığı şehri dönüştürüp marka haline getiren, turistik ve doğrudan yatırımlar anlamında inanılmaz ekonomik kazanç sağlayan bir etkinlik olarak her şehrin ve ülkenin gerçekleştirmek isteyeceği küresel bir organizasyon.

EXPO’nun İzmir’e gelmesi ve toplamda bu etkinlikten Türkiye’nin sağlayacağı kazancı sayfalarca yazabiliriz. Ancak benim dikkat çekmek istediğim konu; Türkiye gençliğinin böyle büyük çapta bir etkinliği ülkesine kazandırmak amacıyla lobi ve tanıtım faaliyeti yürütecek bir sivil toplum mekanizmasını tüm farklılıkları ve çatışma alanlarını bir kenara iterek elbirliği ile kurma çabası. İzmir’de “Smyrna Youth Dialouge” veya “İzmir Gençlik Diyaloğu” adıyla oluşturulan inisiyatif; Akademik Platformlar, Finans Odaklı Sivil Toplum Kuruluşları, Kültür odaklı Sivil Toplum Kuruluşları, Üniversite kulüpleri ve temsilcileri, Ulusal Gençlik Parlamentosu, Gençlik Meclisleri, Siyasi Partilerin Gençlik Kuruluşları ve Uluslararası Gençlik örgütlerinin katıldığı bir toplantı ile tanıtılırken bu girişime öncülük eden AK Parti İzmir Gençlik Kolları da masadaydı. CHP Gençlik Kollarının davet edilmiş olmasına rağmen masada olmayışı her ne kadar eksiklik oluşturmuşsa da bu anlamda Sosyal Demokrasi Vakfı’nın temsilci göndermiş olması o açığı kapattı ve inisiyatifin AK Partiye mal edilmesine olanak tanımadı. Burada tabii CHP’li gençlerin masaya oturmamış olması ayrıca tartışılması gereken önemli bir konu olmakla birlikte AK Parti Gençlik Kolları yetkililerinin günün sonunda oluşan inisiyatifin dışına çıkacağını ve lobi ve tanıtımı sivil topluma bırakacağını belirtmesi de bir o kadar anlamlı. Elbette siyaset de tanıtım ve lobi yapacaktır ancak her meselenin politik çatışmaya kurban gittiği güzel ülkemde İzmir’in EXPO 2020 adaylığı için siyasi çaba yeterli olmaz ve birbirinden farklı grupları temsil eden STK ve platformların oluşturduğu inisiyatif siyasi çekişmeye kurban edilmemeli. İşte bu noktada AK Parti Gençlik Kolları İzmir il teşkilatını tebrik etmek ve kolaylaştırıcılık yapıp akabinde inisiyatifi dışarıdan destekleme yolunu tercih ettikleri için teşekkürü hak ettiklerini belirtmek gerekiyor.

İzmir’de böyle bir toplantının gerçekleşmiş olmasının önem arz eden bir başka yanı ise Türkiye’de gençlerin eskiye oranla dünyayı daha yakından takip ettiği ve uluslar arası organizasyonlara ilgi duymaya başladığını gözlemlemek oldu. Şöyle bir düşündüğümüz zaman Türkiye’nin uluslararası görünürlüğü bakımından EXPO 2020’nin sağlayacağı fayda asla göz ardı edilemez. Tabii bu gibi etkinliklere aday olunması, ev sahipliği yapabilme çabası ve bu çabaya gençliğin dahil olması Türkiye’nin son dönemde sadece yönetsel anlamda değil toplumsal anlamda da ne kadar uluslararasılaştığını ve dünya ile entegre olmaya başladığını gösterir. Yıllardır Türkiye’nin en sıkıntılı yanı uluslar arası ortamda kendi tezlerini ve duruşunu yeterince anlatamıyor oluşuydu. Sırf bu yüzden ne Ermeni Sorunu konusunda ne de Kıbrıs Sorunu noktasında çok mesafe alamadığımız hepimizin malumu. İşte bu noktada EXPO 2020 adaylığı bize yeni dönemde kendimizi ifade etme ve dünyayı takip etme konularında bilinçli ve duyarlı bir nesle sahip olacağımızı açıkça gösteriyor. Lobi ve tanıtım biraz da lisan işi, dünyayı okuma ve anlama işi. Dolayısıyla bugün EXPO 2020 ile yaşanacak bu süreç zaman içerisinde büyük bir tecrübenin oluşmasını da beraberinde getirecektir. Artık eskisi gibi Misak-ı Milli sınırları içine hapsolmuş bir vizyonun değil, tüm küreyi kapsayan bir yaklaşımın ürünü olan bir neslin de oluştuğu ve Türkiye’ye çok yarar sağlayacağı İzmir’deki toplantı ile bir kere daha açıkça görüldü diyebiliriz.

İzmir’in EXPO 2020 adaylık sürecinde STK ve platformların rol alması kadar önemli olan bir başka konu ise katıldığım toplantıda masayı oluşturanların kahır ekseriyetinin genç olmasıydı. Bu bana yeni bir dilin, yeni bir siyasetin ve yeni bir Türkiye imajının oluşması anlamında çok anlamlı görünüyor. Yıllarca gençliğin ya birbirine kırdırılmak suretiyle yahut susturularak arka plana itildiği ülkemizde artık gençlerin “ben varım” dediklerini gösteren önemli bir örnek olarak “Smyrna Youth Dialogue” projesi çok anlamlı. Bugün EXPO 2020’yi İzmir’e getirmek için kenetlenen gençlerin yarın daha farklı projeler ve organizasyonlarda yeniden bir araya gelebilmesi için belki bir rol model olarak “Smyrna Youth Dialogue” ön plana çıkarılabilmeli. Aslında İzmir’de gerçekleşen toplantıda buna yönelik fikirler de masaya konulmadı değil. Hatta bu fikirlerden en çarpıcı olanı ve bilhassa beni çok fazla heyecanlandıranı ise “Amed Youth Dialogue” diye seslendirilendi. Amed hepimizin malumu Diyarbakır. Yıllarca Amed diyemediğimiz ama buna mukabil kolaylıkla Smyrna diyebildiğimiz bir ülkede yaşıyoruz. İzmir’de hem de gençlerce “Amed Youth Dialogue” fikrinin dillendirilip alkış alması, “neden olmasın ki” denilerek karşılanması Türkiye’nin Suriyeli Kürtleri tartıştığı şu gündem içerisinde geleceğe yönelik bir umut oluşturmuyor mu? İzmir’de EXPO 2020 adaylığı için kurulan masa yarın Diyarbakır’da kurulması ve Suriyeli, Iraklı ve hatta İranlı Kürtler ile Türkiyeli Kürtlerin çekim merkezi olarak Amed’de buluşmasını, Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi ve yakın coğrafyasındaki Kürtlerle bir bütün olarak yarınlara daha güçlü bakması açısından anlamlı olacaktır.

İzmir’in EXPO 2020’ye ev sahipliği yapması önemli ama İzmir EXPO 2020’yi alsın veya almasın İzmir’de birbirinden çok farklı grupları temsil eden gençlerin kurduğu masa geleceğe dönük organizasyonlar, projeler, birlik ve kardeşlik anlayışı için çok daha önemli. Bu masanın kurulmasına öncülük eden AK Parti İzmir Teşkilatı’na Başkanları Bilal Kırkpınar ve Dış İlişkilerden Sorumlu Başkan Yardımcısı Kemal Gülpınar nezrinde teşekkür ediyorum. Masanın etrafında olan genç arkadaşlarımızla birlik ve beraberlik içinde inşa edeceğimiz mutlu yarınlar için çok heyecanlıyım. Her birine bu projeyi önemsedikleri ve katkı sunmak için hazır olduklarını beyan ettikleri için ayrıca teşekkür ediyorum. Biz TUİÇ olarak Dış İlişkilerden Sorumlu Başkan Yardımcım Murat Elbeye ile birlikte bu anlamlı çalışmaya destek için oradaydık ve bundan sonra yapılacak tüm çalışmalarda bu çoğulcu ortam ve işbirliği perspektifi sürdüğü müddetçe orada olacağız. “Peki ya siz?”

Burak YALIM