27 Şubat 2013 Çarşamba

Burak Yalım ile TUİÇ ve Gündem’e Dair…


Burak Yalım ile TUİÇ ve Gündem’e Dair…


Geçtiğimiz hafta Şehr-i İstanbul’daydım. Gezdim dolaştım ve soluğu Uluslararası İlişkilerci Burak Yalım’ın Beşiktaş’taki deniz manzaralı, çalışanlarıyla aile olduğu evinde aldım


Çağıl FENİKE - HABERBİZ - İSTANBUL - Evi diyorum çünkü TUİÇ ekibinin, sizi girdiğiniz anda sıcacık karşılayan içten bir havası var. Ofis demeye dilim varmıyor bu yüzden. TUİÇ’in bugün bu denli büyümesinin asıl sebebi; ‘gençlik hevesi olarak kalmayışının’sebebi, durmadan çalışmanın, inanmaktan vazgeçmemenin yanı sıra ‘birbirine bağlılık’… Burak Yalım’la güzel bir röportaj gerçekleştiriyoruz denize karşı çaylarımızı yudumlarken… Uzman kelimesini sevmiyor, kendisini kumsalda bir kum tanesi olarak görüyor. İstanbul gerçekten uçsuz bucaksız bir kumsal gibi, Burak Yalım her ne kadar tevazu gösteriyor olsa da bir kum tanesi olarak başladığı bu yolda, şimdi kumdan kaleler kuruyor ekibiyle birlikte…

Klasik bir soruyla başlayalım ‘Burak Yalım kimdir?’

En zor sorudur bu çünkü bir insana kim olduğunu sorarsanız ya işin içine enaniyet girer ya da aşırı tevazu girer. Ki bizim toplumda çok vardır. Çünkü biz ifratla tefritin arasını bir türlü bulamayız. Burak Yalım kimdir? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Boşnak olmaktan dolayı çok mutlu, çok sevinçli, bir Uluslararası İlişkilerci, Uluslar arası ilişkilere gönül vermiş, Yüksek Lisans eğitimini almış,  Uzman kelimesini kesinlikle sevmeyen, Türkiye Uluslar arası İlişkiler Çalışmaları Derneğinin kuruluş sürecinde, fikri alt yapısında, naçizane emeği geçmiş,   şimdi doktoraya hazırlanan koyu bir Beşiktaş taraftarı. Tevazünün dibine varıp söylemek gerekirse hayatın, dünyanın hadiselerin nasıl olup bittiğini anlamaya çalışırken kendini kumsalda bir kum tanesi adleden bir vatandaş, bir insan.

Gençlik hevesi, gelir geçer önyargılarıyla bakılan TUİÇ bugün devamlılığını korumakla birlikte gelişerek büyümüş ve sayısız kongre gerçekleştirmiştir. Bahsettiğiniz ve hedeflediğiniz dünya barışı sizce nasıl gerçekleştirilebilir bu konuda pratik olarak neler yapmakta TUİÇ?

Gençlik hevesini biz demedik, bize dediler ki haklıydılar çünkü Türkiye’de sivil toplumun geç kalmış olması, sivil toplum faaliyetlerinin ehemmiyetinin anlaşılmamış olması, finansal anlamda destek bulmaları konularında sıkıntıya sokuyor. Bir de bizim evvelden beri gelen hala çok ciddi anlamda kıramadığımız ailelerimizin bize üniversite bittiğinde iş sahibi olacak ve meslek sahibi olup bize para getirecek, ayaklarının üzerinde duracak dedikleri o anlayış var ya… Kendi ailemle yaşadığım tartışmalardan biriydi. ‘‘Bir baltaya sap olacak mısın’’ lafını duyduğum gün, çok sinirlendim, ‘‘ben balta olmak istiyorum ne sapı’’ dedim. Çünkü tüm ebeveynler ‘‘kendini kurtar evladım’’ derler. Daha sonraları içimdeki isteği ve cesareti görüp en büyük desteği ailem verdi. İnsanın kendini kurtarmasının altında üç tane temel başlık vardır, bir iş sahibi, bir ev sahibi, bir araba sahibi olmak ve bu üçü olduktan sonra da bir eş sahibi olmak. Eğer hayatta kendini kurtarmak bundan ibaretse çok sıkıntılı, çok basit, çok ucuz. Daha büyük düşünmemiz lazım, daha vizyoner olmamız lazım. İşte TUİÇ aslında daha vizyoner olmanın hikâyesi. Olmayanı oldurmak için çalışmanın hikâyesi. Çünkü hiçbir finansal destek almadık. Öyle ki sık sık karşılaştık, Amerikacı mısınız, arkanızda kim var, cemaatten misiniz sorularıyla.
Hal böyle olunca bize gençlik hevesi dediklerinde onlar haklıydı ama genel kabulu haksız çıkarmak için çok mücadele ettik. Üç kuruş parayla kalıp büyük borçlar altına girip etkinlikler gerçekleştirdiğimiz oldu. Ama şunu her zaman söylüyorum, istemeyi bilmiyoruz. Sonuç itibariyle bugüne geldiğimizde TUİÇ; Türkiye’de Ulusal anlamda 17 kongre gerçekleştirmiş. 2 tane Uluslar arası kongre gerçekleştirdi. Bu kongreden birini Azerbaycan Bakû’de, diğerini Bosna Hersek Saraybosna’da gerçekleştirdik. Şimdi önümüzde Kıbrıs var. Akabinde Bulgaristan istiyoruz. Dikkat edecek olursak saydığım coğrafya Türkiye’nin yakın coğrafyası, hiç Brüksel’den Washington’dan bahsetmedim. Değersiz olduğunu düşünmüyoruz ama Türkiye’de ve Dünyada atfedildikleri kadar değerli olduklarını da düşünmüyoruz. Yani dünyanın nasıl döndüğünü, politikaların nasıl geliştiğini, Türklerin ya da Arapların coğrafyasının nasıl demokratik olacağını söyleme yetkisinin Washington ve Brüksel’de olduğuna inanmıyoruz. Bir su damlıyor, ilk önce küçük bir çember oluyor, sonra çemberler büyüyor büyüyor ve büyüyor. Biz Türkiye’de ‘yurtta sulh, cihanda sulh’ cümlesinden çok doğru şeyler anlamamışız yıllarca. Zannetmişiz ki dışarıda ne oluyorsa olsun biz burada iç barışımızı tahsis edelim işimize gücümüze bakalım. Şöyle düşünün bir apartman dairesinde oturuyorsunuz, evinizde her şeyiniz var aile içi huzuru sağlamışsınız işte bu yurtta sulh değil mi, üst komşunuzdaki tartışmayı duymayacak mısınız, alt komşunuzdaki yangın size sirayet etmeyecek mi? Yurtta sulh her türlü cihanda sulhtan etkilenir. Bu yüzden yurtta sulh cihanda sulh olayına en indirgenmiş haliyle, bireyden bakmak lazım. Önce gönlünüzde sulh olacak. Niyetiniz iyi olacak, halis olacak, yola halis niyetle çıkarsanız niyet hayırsa akıbetinde hayırlı olması çok zor değil. İşte o da cihanda sulhtur. Çünkü zaten ne deniyor ‘‘Biz sizi kavim kavim yarattık ki iyilikte yarışasınız’’ Bu yüzden biz TUİÇ olarak yavaş yavaş kontrollü ve genişleyen bir perspektifte vizyonumuzu büyütmeyi hedefledik. Türkiye’deki gençlerin de vizyonunu büyütmesinde yardımcı oluyoruz ve dünya barışına da bu hale büyüyerek hizmet eder diye düşünüyoruz.

Türkiye siyasi tarihi açısından Başbakanımızın Emekli Orgeneral Ergin Saygun'u ziyareti hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu sorunun bence iki boyutu var. Başbakan, Ergin Saygun’u, Recep Tayip Erdoğan olarak mı ziyaret etti, yoksa Başbakan Erdoğan eski dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Ergin Saygun olarak mı ziyaret etti. Neresinden bakarsanız farklı yorumlar çıkar. İnsani olarak, kim olursa olsun birisi kalp ameliyatı geçirmiş ve siz daha önce o insanlar aynı ortamda iş yapmışsınız. İşiniz kötü de gitmiş olabilir iyi de gitmiş olabilir. Ama sonuçta bir iş yapmışsınız. Kalkıp hastaneye gidip geçmiş olsun demek herkesin insani borcu. Diğer taraftan baktığımızda Ergin Saygun’un hangi davadan yargılandığı nasıl bir ceza aldığını biliyoruz. Böyle birine, ‘‘Türkiye’de darbeciliği ortadan kaldırmak için çalışan, gelmiş geçmiş en kudretli Başbakanlardan biri olan Recep Tayip Erdoğan ziyarete gidiyor’’ olarak baktığımız zaman, acaba Türkiye’yi demokratikleştirmek için uğraştığımız darbeci zihniyete karşı prim mi veriyoruz endişesi oluştu. Ama Başbakan’a bugün bu soru yöneltildiğinde verdiği cevap ‘Biz daha önce birlikte çalıştık. Bu insani boyutta yapılan bir ziyarettir. Bunun arkasında demokrasi konusuyla ilgili ya da yaşanan davayla ilgili bir şey aranması doğru değildir’oldu ve gönlümüzü rahatlattı.

İran tarafından yürütülen nükleer müzakerelere Türkiye’nin dahil edilmesini isteyen Ahmet Davutoğlu’nun önerisine sıcak bakılmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Daha önce Türkiye P5+1 için İstanbul’da toplandı, Brezilya ile bir anlaşma metni çıkarıldı. Ambargo ile ilgili konuda hayır oyu verildi. Türkiye’nin aslında bu coğrafyada sorunların çözümünde aktif rol almaya çalışan, barışçıl bir perspektifi var. Çünkü Türkiye’ye en ufak bir çatışmanın maliyeti çok büyük oluyor. İran olur, Suriye olur fark etmiyor. İran’da eğer nükleer müzakerelerden bir sonuç alınacaksa, Türkiye olsun ya da olmasın eğer İran’la Batı dünyası arasında bu noktada bir mutabakat oluşacaksa, İran nükleer silah üretmeyecekse Batı’da İran’ı anlayacaksa Türkiye’nin olup olmaması çokta mühim değildir. Ama Türkiye’nin daha öncede yaptığı arabuluculuğunun kullanılması konusunda elzemdir. Türkiye, buradan barış çıkacaksa yer almasa da rahatsızlık duymaz ancak barışa katkı sunacak enstrümanları olan bir ülke olduğu içindir Dış İşlerimizin kırgınlığı.

Papa’nın son 600 yılda görevi bırakan ilk Papa olmasıyla ilgili neler söylenebilir?

Türkiye’de sosyal medya üzerinden analiz ettiğimde, alaycı veya aşağılayıcı bir üslupla bir takım haberler döndü. Hatırlarsınız kısa bir süre önce Müslüman dünyasına ve Hz. Muhammed’e kısa film ile hakaret edildi. Müslüman dünyası ayağa kalktı, hatta Libya’da Amerikan Dış İlişkileri yetkilisi öldü bu olayın üzerine. Evet, İslamafobi diye bir şey var. Ancak Batılılar veya İslam dünyası dışındaki unsurlar bizim kutsal atfettiğimiz şeylerle ilgili konuştuğunda hemen celalleniyoruz. Böyle ifade özgürlüğü olmaz diyoruz fakat Papa olayı yaşandığında neden olay üzerinden alaycı bir yaklaşımla konuşabiliyoruz? Bu bizim kendimize dönük muhasebemizi başlatacak bir soru. Böyle bir hayırlı tarafı olabileceğine inanıyorum.

Son olarak One dergiden bahsedebilir misiniz…

One dergi 2008 yılının sonu kurulmuş bir internet dergisiydi. Sonraki süreçte bir sayı basıldı. Benim ilk yazmaya başladığım yerlerden biri olduğu için özeldir. İlk başladığımızda her kategoriden yazı yayınlanıyordu. Fakat sonra kuran arkadaşlar daha çok girişimcilik ve kariyer odaklı yaptılar. Sonrasında One derginin atıl durumda kaldığı, işletilmediğini gördüm. Belki sebebi, başta değindiğimiz gençlik hevesiyle de ilgiliydi. Sonra One derginin yönetimini talebinde bulundum. Şimdilerde yeniden yapılandırıyoruz. Uluslar arası ilişkiler okuyan okumayan bütün arkadaşlara ulaşmayı hedefliyoruz. Hal böyle olunca One dergi, ‘‘hastanın ayağına doktor gelmesi’’ gibi bir şey oldu. Staj ve iş duyurularının olduğu, ticaret ve girişimcilikle ilgili haberlerin yer aldığı bir platform olarak herkesle buluşacak.

Ve röportajımız bitiyor. Burak Yalım TUİÇ ailesinin evini gezdiriyor bana, biraz yazmaktan konuşuyoruz. Söz uçar, yazı kalır mantığını benimseyen Yalım, günün sözünü söylüyor beni uğurlamadan: ‘Kalemim yokken ben, kolları olmadan annesine sarılmaya koşan bir çocuk gibiyim’… 
Mürekkebinin hep damlaması, kaleminin elinden hiç düşmemesi dileğiyle.


(26-02-2013 16:00:07 )
http://www.haberbiz.com/burak_yalim_ile_tuic_ve_gundeme_dair-27-haber-39304.html