21 Nisan 2015 Salı

Graduation Speech of Andreea Apostol: Commitment!

Let me share with you the graduation speech of my dear friend Andreea Apostol. She inspired me a lot!! 

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

“You are the enemy. You will be treated accordingly!” For months, this was the only echo that Louie Zamperini kept on hearing. While fighting in World War II, in Southern Pacific, his plane crashed and he survived, floating on the ocean for 47 days , with two other soldiers, his mates, and from one point onwards, with only one of them alive. He was afterwards captured by the Japanese troops and daily tortured , humiliated in the Japanese camps in ways I could not even  imagine , even if somehow I “lived” his story through the book, though the movie . Thankfully, I never experienced war, not even communist regimes, I can only use my intuition and relatively, limited imagination in order to understand what he went through. He survived the Japanese camps, he survived the war, returned back to the U.S. to his family, future wife, future daughter , future disequilibrium, regrets, feelings of revenge and nightmares drawing past emotions of the Japanese environment. Before that, Louie Zamperini competed for the Olympics, as an Italian athlete representing the U.S.A., breaking old records and establishing new ones in 1936 and met Hitler, while apparently, trying to steal a German flat, just meters away from the German leader. More than that, Louie was a restless soul, smoker at 5, drinking heavily at the age of 8, always in trouble , stuck in the police station. But , he always run!  

I bought the book with my second ever earned salary. I considered it at the beginning a relative waste of time, a relative classical war story but it proved to be the contrary. It became a movie, produced by Angelina Jolie and it somehow seemed a little too commercial for my general preferences. More than that, I doubted the level of fiction and non-fiction of this project. Or better said, actually life story.
It surely had an impact on me . Letting aside all the details of the book, the movie, the writer, the producers, I empathized a lot with the character . Because of only one reason, which could be strictly reduced to one single word.

Commitment.

According to Oxford Dictionary , commitment represents the state or quality of being dedicated to a cause, activity, etc. For me , Louie Zamperini’s commitment was to remain sane, more than anything else, to remember the taste of joy , the sense of reality, sometimes sense of humor, even in the darkest hours. His commitment was towards reaching the biggest dream he ever had. To run again for the Olympics. He did so. At age 80. In Japan.

Today, in paralel, I want to briefly mention to you some personal commitments. I say briefly because , letting aside this introduction I have only images in my mind, strict ones and I am not sure how much I could handle my emotions. Sorry about that.

I will invoke some of my own promises today and obviously, I will add the secret element, the already traditional „Thank you!” I will invoke those who, at this point of my life, mean the world to me.

As you may know, or guess, my parents are one of the primary sources of personal inspiration. Yes, I do ask questions and receive answers from daily experiences, books, soundtrack , leafs and metro stations but my parents are in many ways what I call home. That place where nothing bad can happen, that place where I feel the safest , happiest, in peace with my own thought and heartbeats.
Therefore, I want to say a simple, clean, thank you to my parents , who, no matter what may have happened , understood in time that there are kids in this world who really feel extremely good being restless, ageless as Peter Pan and occasionally as strong as Rocky Balboa. There are some as well, who prefer the easy way, the classical version of things, the borders of some others’ expectations. And then, there is me... I want to thank them for every single piece of sacrifice , for every single tear of relief, pain or happiness, for every single fear that we shared, for every single success that defines us. Thank you guys, for being there for me! I love you, always!

Secondly, I want to thank to the master kind who represents at this point the person who both personally and professionally guided me towards a better version of myself. Let me introduce you to the Albert Einstein version 2.0. highly updated . Let me introduce you to the bad cop – good cop version combined. Let me introduce you to a huge part of my soul. His name is prof. Soylemez the Magnificent. Oh wait, Soylemez Ozelit!

I want to thank him , even if he cannot be here, to see me „on air”, I want to thank him because the taught me to be self-critical , to have high standards if I really want to move forward , to see beyond pride and prejudice, to fight for my dreams but to never forget who I am , to remain humble and realistic, open-minded and focused, careful to the fact that a continuous demand for more and more , might not be the healthiest way of living life. I want to thank him no matter where he is! Thank you!

My heart is divided between Turkey and Romania, as well because of prof Aktan Uner, prof Ahmet Can and prof Demir Sakman. Adding to that a great friendship from Burcak, Helen, Ghedyy, Seren Korkmaz, Burak Yalim, Tolgay and Ibrahim .

Lastly but not least, thank you , Turkey!  

Lastly, but not least, I want to thank Louis Zamperini for adding a last contribution to the greatest belief that I now have stronger: Keep running! Without any shadow of selective blindness, 

I am convinced that I need to keep running towards Turkey, as home is where the heart is and home to me is Turkey and Romania.

Thank you!

Andreea Apostol
The only one picture that I took while we were having picnic in İstanbul with my dear friend Andreea Apostol
(From left to right: Fethullah, İbrahim, Zeynep Büşra, Merve, Seren, ANDREEA, Nadir, Halime) 



18 Nisan 2015 Cumartesi

Çilek'in Hikayesi Cesaret Vermeye Devam Ediyor!

Sanıyorum 4 yıl öncesiydi. Burada karalamıştım yine; çünkü etkilemişti beni ve sormuştum "kaç kişi var cesaret veren?" diye. O sorunun da etkisi oldu mu pek bilmiyorum ama hikaye sonra bambaşka bir hal aldı. Muzaffer Çilek'in hikayesi ilginçti zaten ve cesaret vericiydi ama benim de bu hikayeye kısmen de olsa katılacağım pek aklımda yoktu.

O gün yazarken daha rahattım, neticede hikaye onundu ve ben anlatıcı olarak oturmuştum klavyenin başına. Şimdi ise bir ilişki düzeyimiz var; o benim patronum demek içimden geçmese de öyle sanırım. Patron demek istemiyorum çünkü ben hikayesine tav oldum; vizyonuna inandım. Hal böyle olunca da yarım tuğla bile koymamış olmama rağmen bu vizyonun ve hikayenin parçası, içinden birisi hissediyorum kendimi ve patron diyemiyorum çünkü "patron" kelimesini kullanınca soğuk ve acımtırak bir tat kalıyor dudaklarımda. Fazla belagat ve edebiyata gerek yok, konuya girmem gerekiyor. Yine o gün, hiç bir ilişkimiz olmadığı zaman ki gibi düşünerek ve aslında hep olmaya çalıştığım objektif halimle anlatmalıyım olanları.

Muzaffer Çilek 2010 yılında Bosna Hersek Bursa Fahri Konsolosu olmuştu, o sıralarda da Bosna Hersek ile İlişkileri Geliştirme Merkezi Vakfı'nı (BİGMEV) kurdu. Muzaffer Çilek ismi bahsettiğim bu iki önemli görevden ziyade Türkiye'de daha çok hepimizin odalarını süslemiş, süslemesini hayal ettiğimiz Çilek Mobilya ile bilinir. Kısacası Muzaffer Çilek başarılı bir iş insanıdır. Eğer rakamlar artmamışsa, 5 kıta ve 65 ülkede Çilek Mobilya ürünleri satılmaktadır. Buraya kadar bahsedilenlerin hikayesi ise dediğim gibi daha önce yazdığım iki yazıda özet olarak mevcuttur.

1- Kaç Kişi Var Cesaret Veren 
2- Aliya'nın Hatıraları ile İç içe Bosna Hersek ile İlişkileri Geliştirmek 

Şimdi gelelim hikayenin yeni ve cesareti arttıran, motivasyonu yükselten, bir başka örnek oluşturan kısmına. Henüz 10 gün kadar önce Muzaffer Çilek'e yeni ve en az daha öncekiler kadar mühim bir görev tevdi edildi, artık Muzaffer Çilek Bosna Hersek Cumhurbaşkanı Bakir İzetbegovic'e danışmanlık görevini de yürütecek.

Hikayenin çok boyutu var. Bir Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olan Muzaffer Çilek'in dedelerinin memleketi olan Bosna Hersek'te Cumhurbaşkanı danışmanı olması. Bugüne kadar hep İngiliz, Amerikalı ve Avrupalıların bilmem hangi ülkenin önemli insanlarına danışman olduklarını duyduk. Şimdi bir Türkiyeli Boşnak, Bosna Hersek Cumhurbaşkanına danışman oluyor, aslında tek başına bir modeli, inancı, olabilirliği içinde barındırıyor. Yarın neden bir başka ülkenin cumhurbaşkanına, başbakanına veya farklı konumdaki bir yöneticisine içimizden birisi danışman olmasın? Türkiye'nin Ermenileri, Arnavutları, Kürtleri, Pomakları, Bulgaristan'dan-Makedonya'dan-Kosova'dan gelen soydaşları, Gürcüleri, Çerkesleri, Arapları, Yahudileri, Rumları neden bir gün dedelerinin geldikleri ülkelerde danışmanlık yapmasınlar? Bu başlı başına bir vizyon olamaz mı? İşte bu sorulara, bu eğilimlere, bu vizyona cesaret veriyor Muzaffer Çilek!  

İş insanı, fahri konsolos, vakıf başkanı ve şimdi de cumhurbaşkanı danışmanı. Her şeyden önce Allah yardımcısı olsun, görevini bundan önce yüklendiği görevler gibi başarıyla yürütmeyi nasip etsin demek gerekiyor. Başarıyla diyorum çünkü Çilek Mobilya'nın İnegöl'den dünyaya açılan hikayesi önümüzde duruyor, başarıyla diyorum zira Fahri Konsolosluk ve BİGMEV Başkanlığı ile oluşturulan ağı, ekilen tohumları ve ortaya çıkarılan ürünü bizzat gözlerimle görüyorum. İşte şimdi, bu yeni görevin henüz başında bir kere daha Muzaffer Çilek'in başarılı olacağına yürekten inanıyorum.

BİGMEV'in Bosna Hersek ile Türkiye arasında kalıcı köprüler kurmak için yola çıktığı 2010 yılından bu zamana kadar gözle görünen ne yaptığı hep sorulmuştur. Yaklaşık 1,5 yıldır bu kurumun gönüllü bir parçası olan ben bu sorulara defalarca muhatap oldum. Geçen zaman ve yapılan yatırım düşünüldüğünde yöneltilen eleştirileri insafsız bulmuyorum ancak ortada hiç bir şey yokmuş gibi yaklaşılması kabul edilebilir değil. Örneğin dünyada sadece 6 tane olan KOSGEB Eşleştirme Merkezlerinden birisi de Bosna Hersek'te ve bu görevi BİGMEV üstleniyor! Yıllardır hiç bir plan ve program olmaksızın gerçekleştirilen kardeş belediye anlaşmaları ile ilgili somut ilk çıktıyı BİGMEV hazırladı. Bugün, kırmadan-dökmeden ve bu zamana kadar yapılan başarılı çalışmalara harcanan emekleri görmezden gelmeyerek kardeş belediye çalışmalarına ivme kazandırmaya çalışan, önceliklerin istihdam ve sürdürülebilir ekonomik kalkınma olması gerektiği için bu alana yönelik projeler ortaya koyan da BİGMEV. Türkiye'den Bosna Hersek'e yönelik yatırım amaçlı heyetleri organize eden, ticaret odalarını ve ilgili iş heyetlerini Bosna Hersek'li muhatapları ile buluşturmak için her kapıyı çalan ve gerekli organizasyonu sağlayan da BİGMEV.

Peki BİGMEV Bosna Hersek'e Türkiye'den kaç milyon-milyar dolarlık yatırım getirdi? Karşılaştığım en yaygın sorulardan birisi bu ve maalesef her zaman olduğu gibi sadece sonuca yönelen bir yaklaşımı içinde barındırıyor. Oysa sonuca ulaşana kadar gidilecek çok fazla yol var ve BİGMEV bu anlamda büyük, hem de epey büyük bir mesafe katetti. Önce algıları düzeltmek, sonra yargıları ve elbette ön yargıları kırmak gerekiyor ki bu işin en zahmetli kısmı. Bir de bunun iki boyutu olduğunu bilmek gerekiyor; Türkiyeliler ve Bosnalılar. Her iki tarafın da birbirini tanıması, eksik-yanlış algı ve yargılarını değiştirmesi, uyumlu bir düşünce tarzına ulaşması ve hepsinin sonunda işbirliği yapması... BİGMEV yıllardır bu süreçlerin içinde baş aktörlerden biri oldu. Çok kişinin yok olmadı deyip vazgeçtiği aşamada BİGMEV pozitif duruşu ve inancı ile direndi. İşte bu yüzden Cesaret Verdi!

Şimdi yepyeni bir aşama bekliyor BİGMEV ve Başkanını. Muzaffer Çilek yıllardır biriktirdiği tecrübe, her iki tarafa dair sorunlara yönelik bilgi birikimi ile Cumhurbaşkanı Bakir İzetbegoviç'e danışmanlık gerçekleştirecek. Bizzat birinci elden, politika yapım sürecinin en tepesindeki kişiye Türkiye ve Bosna Hersek arasındaki ekonomik ilişkileri geliştirmeye yönelik BİGMEV'in 5 yıllık  tecrübesini aktaracak. Elbette Muzaffer Çilek tüm bunları tek başına yürütmeyecek, BİGMEV'in Saraybosna'daki ofisinde çalışan genç-dinamik ve yetenekli ekibin de üzerine büyük bir yük düşüyor. İsimsiz kahramanlar; Selmo Cikotic, Adis Alagic, Esat Bazdar, Almir Mukaca, Haris, Muhammed, Sulejman, Nadis, Adnan, Zaim, Behija. Her biri bugüne kadar yaptıkları başarılı işleri daha büyük bir şevkle yapacaklar. Muzaffer Çilek gibi başarılı bir iş insanı, vakıf başkanı, fahri konsolos ve danışman liderliğinde her biri farklı konularda bilgili, Türkçe-Boşnakça-İngilizce-Almanca dillerine hakim bu ekip için yepyeni bir dönem başlıyor! Muzaffer Çilek ekibine ve bize cesaret vermeye devam ediyor... Hayırlı-uğurlu olsun!    

Sedat Laçiner'in Hazin Hikayesi

Sedat Laçiner; 2006 Davos Küresel Genç Lider Ödülü sahibi, Türkiye'nin güzide düşünce kuruluşlarından birisi olan USAK'ın kurucu başkanı, 2011 yılında kazandığı seçimlerle birlikte Türkiye'nin en genç rektörü. Bizim Sedat Hocamız, ders listelerimizde adı yazan ama hiç dersini alamadığımız, sırf bu yüzden Ankara yollarını aşındırdığımız meşhur Sedat Hoca! Tartışma programlarının vazgeçilmezlerinden, doğrucu davut Sedat Laçiner!

Bugünlerde birçoğumuzu suküt-u hayale uğratan da yine aynı Sedat Laçiner. Şubat 2015'te yapılan rektörlük seçimlerinde tekrar aday olan, 50 oy farkla birinci olan ancak YÖK tarafından ikinci sırada Cumhurbaşkanına sunulan ve nihayetinde rektör olarak atanmayan Sedat Laçiner. 2013 yılında İran ve Şiilik üzerine yaptığı demeçler sebebiyle lince uğradığında, haksızlık karşısında susmak bana yakışmaz diyerek kendisini savunduğum ve hakkında "Türk'ün Türk'ten Başka Düşmanı Var mı?" başlıklı yazıyı yazdığım Sedat Laçiner. 

Kendisine kırgınlık ve kızgınlığımız yeni değil, zira Biga İİBF'de okurken ve ders listemizde adı geçmesine rağmen kendisiyle müşerref olamadığımız zamanlarda da kulaklarını çınlatırdık. Ne zaman Ankara Eğitim Gezi'lerimiz vesilesiyle kendisini tanıdık, idealine şahitlik ettik ve dedik ki; neyse o gelmese de olur, Ankara'da da en az bizim dersimize girmesi kadar mühim işlerle uğraşıyor, düşünce kuruluşu yokluğu çeken ülkemize bir kurum kazandırmanın telaşıyla çalışıyor. Ne de olsa Yücel Acer hoca vardı bölümün başında, tüm birikimi ve fedakarlığı ile bizler için elinden geleni yapmaya çalışıyordu.

Sedat Laçiner hoca ile defalarca görüştüm, yazılarını özenle okudum, konuşmalarını pür dikkat dinledim. Yüksek Lisans tez dönemi geldiğinde onunla çalışmak en büyük arzularımdan biriydi ve şansımı zorlamıştım. Elbette olmadı, o meşguldü, Biga ile pek de ilgilenmiyordu zaten. 2011 yılında rektörlük için aday olduğunda ve kazandığında en çok sevinenlerden birisi oldum. Kendisine olan sitemimi de gizlemeden: "Hocam 5 sene kaldığım üniversitede sizinle çalışmak kısmet olmadı, size üniversiteye uğramadığınız için hep kızdım ama bugün Rektör olarak geri dönüşünüze çok mutluyum, üniversitemize çok büyük katkı sağlayacağınızdan eminim" mealinde bir e-posta gönderdim. Yanıldığımı sanmıyorum; Sedat hoca rektörlüğü döneminde üniversiteye önemli hizmetler yaptı, başarılı bir rektörlük dönemi geçirdi ve ikinci kez aday olduğunda oyların çoğunu alacağından da şüphem yoktu ama benim gönlümden geçen yıllarca aksatmadan Biga'da derslerini veren, ne zaman kapısını çalsak elinden gelenin daha fazlasını yapmak için mücadele etmiş, akademik kalitesinden kimsenin sual edemeyeceği ve Sedat Laçiner'in USAK'ı kurarken, rektör olurken en büyük desteği aldığı ve vefa borcunun çok olduğu Yücel Acer hocamdı. Yücel Acer'in rektör olmasını istiyordum çünkü çoktan hak ettiğine inanıyordum. 

Yücel Acer bölüm başkanımızdı, öğrenci topluluğumuz ne zaman etkinlik yapsa ilk sırada oturur bizleri yalnız bırakmazdı, gerek akademik gerek insani konularda olsun ne zaman başımız sıkışsa hiç çekinmeden kapısını çalabilirdik. Öğrencileri ve diğer akademik personelle olan ilişkisi tek kelime ile hepimiz için örnekti. 2011 yılında kendisi de aday olabilecekken Sedat Laçiner'in kampanyasını yürütmeyi tercih etmiş, sahnede olmaktansa yine arka planda çalışmayı istemişti. Yıllarca Çanakkale ve Biga'ya uğramayan Sedat Laçiner'in bir anda gelip rektör olmasında payı en büyük olan kişiydi. 10 yıldan fazla emek verdiği Biga'dan kaçmak için fırsat kollayanların arasındaydı ve orada kalmaktan gocunmayan nadir insanlardandı. Yücel Acer için akademi televizyondan, popülariteden çok daha öteydi ve böyle mütevazi bir kimliğin ÇOMÜ'ye rektör olması gönlümden geçiyordu.

Israrla gönlümden geçiyordu diyorum zira oy hakkım yoktu. O güzel ilçede, Biga'da 5 yıl geçirmiş, arkadaşlarımla çok güzel etkinlikler gerçekleştirmiş, üniversitemi sevmiş birisi olarak gönlümden bunlar geçiyordu ve ben de gönlümde olanı dilime vurdum. Yücel Acer'in adaylığını öğrendiğim ilk dakika tıpkı zamanında Sedat Laçiner'in adaylığında olduğu gibi çok sevindim. Biliyordum iki dostun yarışıydı bu fakat benim tarafım belliydi. Yücel Acer bu görevi çoktan hak etmişti. Bireysel olarak sosyal medya hesaplarımdan Yücel Acer'in rektör olmasının doğru olacağını, gönlümün onunla olduğunu beyan ettim. Sedat Laçiner ile de tanışıyorduk, o da benim bir hocamdı lakin hepimiz olgun insanlarız diye düşünüyordum. Sedat Laçiner'in beni twitter'da takip etmeyi bırakmasını belki anlardım ama bloklayacağı aklımdan bile geçmezdi. Seçimler bittiğinde ve Yücel Acer hocam Cumhurbaşkanı tarafından henüz atanmadan önce Sedat Laçiner'in demogojiye başladığını gördük. "Cumhurbaşkanı sandığa önem verir, ÇOMÜ'nün iradesine saygı duyacağından şüphe etmiyorum" mealinde tweetler atıyor ve sadece 50 oy fark ile önünde olduğu Yücel Acer'in atanmasının siyasi bir karar olacağını ima ediyordu.

Ben de twitter üzerinden buna itiraz ettim. İkinci sırada olan bir rektör adayının atanmasının anormal olmayacağını, hele ki Yücel Acer gibi ÇOMÜ'ye yıllarca hizmet etmiş, tüm dinamiklerini bilen ve hatta son rektörün seçilmesinde bile büyük rol oynayan birisinin 50 oy fark ile ikinci geldiği için ihmal edilmesinin hata olacağını belirttim. Yücel Acer'in seçimlerde ikinci olmasının ÇOMÜ'ye rektör olarak atanmasına engel olmayacağını, yaptığı hizmetlerin ve fedakarlığın bu oy farkını fazlasıyla kapattığını ifade ettim. Hakaret ve küfür içermeyen bu tweetlerimin Sedat Laçiner'in beni bloklamasına sebep olabileceğini elbette düşünmemiştim. Sedat Hoca'nın hiç değilse demokrat, eleştirilere açık ve onu desteklemeyenlere de saygılı olduğuna inanırdım. Bu tavrını görünce acaba rektör olarak atansa onu desteklemeyenlerin başına ne gelirdi diye düşünmedim de değil.     

Seçim bitti, atanma gerçekleşti ama Sedat Laçiner'in siyaseti ve demagojisi maalesef bitmedi. Önce bir bilgisayar üzerinden başladı demagojiye, yeni rektörün kendisinin bilgisayarına el koyduğunu fotoğraflar eşliğinde sosyal medya üzerinden duyurdu. İşin aslı ise zaten rektörlüğe zimmetli olan bilgisayarın kendisi tarafından görev süresinin sonunda, akabinde geçeceği fakülteye taşınmış olması ve yeni gelen rektörün doğal olarak son dakika fırsatçılığına müsaade etmemesiydi. Makamlar bırakılırken nasıl ki koltuklar ve masalar taşınmaz ise o makamın bilgisayarının taşınması da kabul edilecek bir şey değildir. Nihayetinde istenen bilgisayar Sedat Laçiner'in şahsına ait de değildi.

Konu bilgisayar ile bitmedi ve Sedat Laçiner'in demagojisi "Biga'ya Sürgün" haberi ile taçlandı. "Çanakkale'de Mobbing" ifadesinin de itinayla sıkıştırıldığı haberi yine Sedat Laçiner'in facebook paylaşımı üzerinden gördüm. Eski rektöre göre Biga'ya gitmek sürgün imiş! Çanakkale merkezde bulunan İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nin derslere henüz başlamadığı düşünüldüğünde yeni rektör Yücel Acer hocanın Sedat Hocayı Biga'daki İİBF'ye göndermek istemesi kadar normal bir şey olamaz. İdari bir görevi olmadığına göre bu vakitten sonra Sedat Laçiner'e düşen şey öğrencilerle buluşmak ve derslere girmek değil midir? Fakat bahsettiğim gibi Sedat Laçiner Biga'yı eskiden de sevmezdi, ders listelerinde adı olmasına rağmen onu Biga'da göremezdik. Şimdi oraya gitmek istememesi kadar normal bir şey yok fakat burada "mobbing" ve "sürgün" ifadeleri ayıp olmuyor mu? Hiç değilse orada hali hazırda okuyan 5 bin civarındaki öğrenciye, bizim gibi orada 4-5 yılını geçirmiş eski öğrencilere, senelerdir orada yöneticilik görevleri de dahil olmak üzere çalışan, çabalayan akademik personele hakaret değil mi bu yaklaşım? 

Ben 5 sene boyunca Biga'da çok güzel zamanlar geçirdim. Harika dostluklar kurdum, çok güzel insanlarla tanıştım. Zaman zaman eleştirdim ancak verili şartları el ele verip nasıl ileri götürürüz düşüncesiyle arkadaşlarım, Bigalılar, Biga'daki yerel yöneticiler, dekanlarımız ve öğretim üyelerimizle işbirliği içerisinde harika işler yaptık. Sedat Laçiner hoca bu zamanlarda Ankara'da, İstanbul'da ve yurtdışı seyahatlerindeydi. Biz onu da makul görmüş, okulumuzun ismini duyuruyor, neticede ne yapsa altında ÇOMÜ yazıyor diyerek mutlu olmuştuk. 

Yücel Acer hiç bir dersini aksatmadan Lapseki ile Biga arasında git-gel yaparken, Mehmet Bülent Uludağ İzmir-Biga arasında yeri geldiğinde odasında uyku uyumayı göze alıp derslerini ve bizi ihmal etmezken, Mehmet Hasgüler Kıbrıs, Ankara, İstanbul hattında koştururken Biga'ya uğramayı eksik bırakmazken, Soner Karagül Sedat Laçiner isminin yazılı olduğu dersleri bizlere anlatmaktan yorulmazken ve Yunus Yoldaş, Ruhi Güler gibi hocalarımız bizim gelişimimiz için ellerinden geleni ardına koymazken Sedat Laçiner şimdi Biga'da olmayı, oradaki öğrencilere ders vermeyi sürgün mü sayıyor!? İşte ben bunu kabul edemiyorum Sedat Hocam, beni sevmeyebilirsiniz, görüşmek istemeyebilirsiniz, sosyal ağlarda bloklayabilirsiniz ancak Kırıkkale Keskin'den Küresel Genç Lider Ödülü almaya uzanan başarı hikayenizin geldiği nokta bu olmamalıydı.