18 Ekim 2022 Salı

Bosna Hersek seçimlerinde ne oldu? Savaşta dökülen kanlar boşa mı gitti?

Bosna Hersek seçimlerinde ne oldu? Türkiye sosyal medyasında yer alan yorumlarda olduğu gibi Boşnaklar ülkelerine ihanet mi etti? Savaşta dökülen kanlar boşa mı gitti? Seçimi yerli ve milli olmayanlar mı kazandı? Bu yorumlar geçerli değil, çünkü SDA seçmeni partinin liderine oy vermezken partisini sahiplendi. SDA seçmeninin ve geniş manada Boşnakların, -Bakir İzetbegoviç’in eşi Sebija İzetbegoviç’in de daha çok görünür olmasıyla birlikte- partinin her geçen gün aileyle daha fazla anılmasına güçlü bir itirazda bulunduğunu söyleyebiliriz

Bosna Hersek halkı 2 Ekim Pazar günü, 1992-95 savaşının bitişinden bu yana gerçekleştirilen 8. seçim için sandığa gitti ve Cumhurbaşkanlığı Konseyi’nin Boşnak üyeliğine oyların %57,2’sini alan Sosyal Demokrat Parti üyesi ve muhalefetin ortak adayı Denis Beçiroviç seçildi. Beçiroviç’in zaferini önemli kılan, rakibinin Bosna Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı merhum Alija İzetbegoviç’in oğlu Bakir İzetbegoviç olması ve Türkiye’den baktığımızda ise muhalefetin ortak adayı olarak zafere ulaşmasıydı.

Elbette Türkiye’den bakıyor olmanın kendine özgü çıkarımları da oldu. Mesela İzetbegoviç’in kaybetmesini Türkiye’deki iktidara olan öfkesinden ötürü Bosna Hersek’te AKP’nin desteklediği dinci-yobaz aday ve partisi kaybetti diye okuyanlar da vardı. Aslında bu yaklaşıma yabancı değiliz ve hatta tam karşı cephede olan ve İslamcı olduğunu iddia ederek sabahtan akşama Bosna ve Alija hakkında methiyeler düzenlerin de Alija İzetbegoviç’e dair okumalarının kendi doğrularını ispat şeklinde olduğunu da farklı vesilelerde gördük. Dolayısıyla Bosna Hersek seçim sonuçları üzerine bu okumayı yapanın da İzetbegoviç ailesine dair gerçek bir fikri olduğunu söylemek zor. Bosna Hersek’teki seçimleri Bakir İzetbegoviç’in kaybetmesine rağmen partisi kaybetmiş değil ve hatta  İzetbegoviç’in lideri olduğu Demokratik Eylem Partisi (SDA) seçimden yine en güçlü parti olarak çıktı.

Açıkçası Bosna Hersek’teki seçim sonuçlarına dair Türkiye’nin ilgi seviyesinin de yandaşlık ve karşıtlıktan öteye geçebildiğini söylemek zor. Bosna Hersek seçimler öncesinde ve hatta Mart 2022’den beri Sırp Cumhuriyeti entitesinin ayrılıkçı tehditleri, Yüksek Temsilcinin seçim yasasında yapmayı öngördüğü değişiklikler gibi konularla İngiltere, ABD, Almanya gibi ülkelerde gündemde olmasına rağmen Türkiye’de pek konuşulmadı. Fakat muhalefetin sosyal demokrat partili ortak adayının Boşnak üyeliğe seçilmesi ve Bosna Hersek’e dair en çok bildiğimiz soy isim olan İzetbegoviç’i mağlup etmesi ister istemez dikkatleri Bosna Hersek seçimlerine çevirdi diyebiliriz.

Bosna Hersek seçim sonuçlarının ne ifade ettiğini bir nebze olsun anlayabilmek için ülkenin yönetim sistemine ilişkin bir giriş yapmamız gerekiyor. Aksi takdirde yine Türkiye sosyal medyasında yer alan yorumlarda olduğu gibi Boşnakların ülkelerine ihanet ettiği, savaşta dökülen kanların boşa gittiği, yerli ve milli olmayanların seçimi kazandığı hissine kapılmak da olası. 

Bosna Hersek’te 1995 yılında savaşı sonlandıran Dayton Barış Anlaşması (DBA) ile kurulan sistemin kabaca dört kademeli olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar devlet, entite, kanton düzeyleri ve belediyelerdir. Tüm bu kademelerin üzerinde ise DBA’nın sivil uygulamalarını denetleyerek uygulanmasını sağlayan, uluslararası toplum tarafından atanan ve seçilmiş yöneticileri görevden alabilecek kadar güçlü yetkilere sahip Yüksek Temsilcilik bulunmaktadır.

Bosna Hersek’te devlet düzeyinde yönetimin önemli unsuru üç anayasal halkın temsilcilerinden (Boşnak-Hırvat-Sırp) seçilen, temsilin 8 ayda bir rotasyonla gerçekleştiği, temsil ve dış politika konularında aktif, kararların oy birliğiyle alınabildiği Cumhurbaşkanlığı Konseyidir. Cumhurbaşkanlığı Konseyinin Sırp üyesi Republika Srpska – Sırp Cumhuriyeti (RS) entitesinde, Hırvat ve Boşnak üyeleri ise Boşnak-Hırvat Federasyonu (FBİH) entitesinde doğrudan halk oyu ile seçilir. 

Devlet düzeyinde Bakanlar Konseyi Başkanı Cumhurbaşkanlığı konseyince önerilir ve temsilciler meclisi tarafından onaylanır. Temsilciler Meclisi üçte ikisinin FBİH’de ve üçte birinin RS’de halk tarafından seçildiği toplam 42 üyeden oluşur. Ayrıca entite meclisleri tarafından seçilen ve üyesi sayısı 15 olan Halklar Meclisi bulunmaktadır ve burada da üç halk eşit olarak temsil edilmektedir. 

Bir alt düzey olarak tanımlayabileceğimiz entite düzeyindeki yönetim ise ülke topraklarının %51’ini oluşturan Boşnak ve Hırvatların yoğun yaşadığı Boşnak-Hırvat Federasyonu (FBİH), toprakların %49’unu kapsayan ve Sırpların yoğun yaşadığı Republika Srpska (RS) entitelerinden oluşmaktadır. Her bir entitenin de kendi başbakanı, bakanlar kurulu, parlamentosu bulunmaktadır. Savunma, güvenlik, yargı, vergi vb. konularda yetkiler devlet düzeyine aktarılmış olsa da entiteler önemli birimler olarak varlığına devam etmektedir.

Kantonlar ise FBİH’e özgüdür ve Boşnak-Hırvat Federasyonu toplam 10 kantondan oluşmaktadır. Kantonlarda da Başbakan, Bakanlar ve parlamentolar mevcuttur. Belediyeler ise Bosna Hersek yönetim sisteminin bir başka düzeyidir, FBİH’te 79, RS’de 64 adet belediye bulunmaktadır.

2 Ekim’de gerçekleştirilen devlet, entite ve kanton düzeylerindeki genel seçimlere katılım oranı %50’de kaldı. Merkez Seçim Komisyonu henüz kesin seçim sonuçlarını ilan etmemiş olsa da komisyonun verilerine göre ülkede yaklaşık 3.4 milyon seçmenin olduğunu; seçimlere 72 siyasi parti, 38 koalisyon ve 17 bağımsız adayın katıldığını; listelerde 7 bin 257 adayın yer aldığını ve kullanılan en az 220 bin oyun geçersiz sayıldığını söyleyebiliriz.

Seçimlerde Cumhurbaşkanlığı Konseyinin Boşnak üyeliğine Sosyal Demokrat Partili (SDP) ve 11 siyasi partinin desteğini alarak ortak aday olan Denis Beçiroviç, Sırp üyeliğe Bosna Hersek’te Sırpları temsilen 2006’dan beri iktidarını sürdüren ve ayrılıkçı söylemleri ile bilinen Milorad Dodik’in liderliğini yaptığı Bağımsız Sosyal Demokratlar Birliği (SNSD) Partisinin adayı Zeljka Cvijanoviç ve Hırvat üyeliğe ise bir önceki dönemde de aynı görevi yürüten Demokratik Cephe (DF) lideri ve eski SDP üyesi Zeljko Komsiç seçildi.

Cumhurbaşkanlığı Konseyi ülkeyi en üst düzeyde temsil ettiği için seçimlerde herkes bu konseyin üyeliklerini kimlerin kazanacağına odaklanmıştı. Türkiye’den baktığımızda ise özellikle CB Konseyinin Boşnak üyesinin kim olacağı merak konusuydu zira Cumhurbaşkanı Erdoğan Eylül başında Bosna Hersek’e ziyaret gerçekleştirmiş ve açık şekilde Alija İzetbegoviç’in oğlu ve SDA’nın adayı Bakir İzetbegoviç’e desteğini belirtmişti. Ancak seçimi Bakir İzetbegoviç’e yaklaşık 100 bin oy fark atan Denis Beçiroviç kazandı. Beçiroviç bu pozisyona 2018 yılında da aday olmuş ancak 16 bin oy farkla SDA’nın adayı Sefik Caferoviç’e karşı kaybetmişti. 2018 seçimlerinde SDA’nın adayı Sefik Caferovic’ti çünkü 2010 ve 2014 seçimlerinde arka arkaya iki sefer Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyeliğini kazanan Bakir İzetbegoviç anayasal olarak üçüncü defa aday olamadığı için bir bakıma Caferoviç emanetçi olarak aday gösterilmiş ve kazanmıştı. 2020 yılında gerçekleşen yerel seçimlerde ise Sarajevo başta olmak üzere SDA 7 belediyeyi kaybederken Beçiroviç’in üyesi olduğu Sosyal Demokrat Parti (SDP) kazandığı belediye sayısını iki arttırmıştı. Yerel seçimlerdeki bu sonuç aslında bugünün habercisiydi. Belki de bu öngörü ile Bakir İzetbegoviç daha önce hiç olmadığı kadar aktif bir seçim kampanyası yürüterek ülkenin dört bir yanında seçmenlerle buluşmalar gerçekleştirdi. Fakat bu kalabalık buluşmalara rağmen -partisi SDA seçimlerden güçlü çıksa da- İzetbegoviç tarihi bir yenilgi aldı.

Partiye ve liderine verilen oyların arsındaki bu farklılık SDA Genel Başkanı Bakir İzetbegoviç’in önümüzdeki yıl yapılacak parti kongresinde işinin hiç kolay olmayacağını gösteriyor. Çünkü SDA seçmeni partinin liderine oy vermezken partisini sahiplendi. SDA seçmeni ve geniş manada Boşnakların, -Bakir İzetbegoviç’in eşi Sebija İzetbegoviç’in de daha çok görünür olmasıyla birlikte- partinin her geçen gün aileyle daha fazla anılmasına güçlü bir itirazda bulunduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Sebija İzetbegoviç’in Sarajevo Kanton meclisi adayı olarak seçim çalışmaları esnasında yaptığı bir konuşmada SDA’dan ayrılarak yeni siyasi parti kuranlar hakkında kullandığı ifadelere (<eğer kazanırlarsa bizleri toplu mezarlara sürükleyecekler>) seçmenin tepki verdiği düşünülebilir.

Sebija İzetbegoviç’in böyle suçladığı eski SDA’lıların 2018 ve 2021 yıllarında kurdukları siyasi partilerin ortak adaya desteği Beçiroviç’in seçimi kazanmasında büyük rol oynadı. Çünkü 2018 seçimlerinde 196 bin civarında oy alan Beçiroviç bu seçimlerde oyunu neredeyse 100 bin arttırdı, ancak partisi SDP’nin oyları tam aksine geriledi. Diğer yandan 2018 yılında SDA’dan ayrılan Elmedin Konakoviç liderliğinde kurulan Halk ve Adalet Partisi ile SDA’nın eski belediye başkanı İbrahim Hacıbayriç ve yine Eski SDA’lı Nermin Ogreşeviç’in 2021’de güçlerini birleştirerek kurduğu Halkların Avrupa Birliği Partisi’nin parlamento seçimlerinde aldığı oyların toplamı yaklaşık 100 bin oldu. Elbette tüm eski SDA’lılar Beçiroviç’e oy vermemiş olabilir ancak SDA’dan kopan politikacıların partilerinin ortak adayı desteklemesi Beçiroviç’in kazanmasında büyük rol oynadı. Dolayısıyla Bosna’da Sosyal Demokratların Siyasal İslamcı SDA’yı mağlup ettiği tezi pek de doğru değil. Aksine Sosyal Demokratlar, SDA’yı ailesi ve dar bir çevre ile yöneten Bakir İzetbegoviç’e kızarak partiden ayrılan eski SDA’lıların desteğiyle seçimi kazanabildiler.

Yüksek Temsilci Christian Schmidt’in seçimlere büyük gölge düşüren tasarrufu

CB Konseyinin Boşnak ve Hırvat üyeliklerini etnik kimlikler yerine Bosnalılığa vurgu yapan reformcu aktörlerin kazanması acaba Bosna Hersek’te yeni bir dönem mi başlıyor sorusunu gündeme getirip heyecan oluştururken sandıkların kapanması ile birlikte Yüksek Temsilci Christian Schmidt’in seçim kanununda değişiklikler yapması seçimlere büyük gölge düşürdü. Seçim Yasası değişikliği çok uzun süredir Bosna Hersek’in gündemindeydi ve yaz aylarında bu değişikliğe karşı Bosnalılar Yüksek Temsilcilik ofisinin önünde protesto gösterileri düzenlemişti. Yüksek Temsilci tarafından işlevsellik paketi olarak adlandırılan değişiklikler Bosna Hersek’in FBİH entitesini kapsıyor. Yüksek Temsilcilik Ofisi’nden yapılan açıklamada, kararların hükümeti kurma sürecini kolaylaştırmak ve yasama ve yargı mekanizmalarının kötüye kullanılmasını engellemek hedefiyle alındığı savunuldu.

Kararların, seçim sonuçlarıyla hiçbir şekilde ilgisinin bulunmadığı belirtilen açıklamada, “2 Ekim’de alınan kararlar seçim reformunun bir parçası değildir. Seçim reformu, uluslararası sorumluluğun yerine getirilmesi ve seçim sürecindeki ayrımcılığım kaldırılması için hâlâ gereklidir” ifadesine yer verildi. Karar kapsamında Bosna Hersek Federasyonu Halklar Meclisindeki kurucu halkların (Boşnak, Hırvat, Sırp) delege sayısı 17’den 23’e çıkartılıyor. Bu değişiklik sonucunda Federasyon’daki 10 kantonda çoğunlukla Hırvatların yaşadığı bölgelerden temsil sayısı artmış olacak. Schmidt’in bu kararının, ülkedeki Hırvatların en büyük partisi olan Hırvat Demokrat Birliğinin (HDZ) lehine olduğu ifade ediliyor. Karar açıklandıktan sonra ilk tepkinin Zagreb’den gelmesi ve bu kararın memnuniyetle karşılandığının ifade edilmesi de bu görüşü doğruluyor. İsmi her ne kadar demokratlar birliği olsa da milliyetçi eğilimi ile bilinen HDZ’nin temsil hakkının güçlenmesi, CB Konseyi Hırvat üyeliğini kazanamayan Hırvat milliyetçilerine verilen bir ödül gibi görülüyor.

Dünyanın en karmaşık yönetim modellerinden birine sahip Bosna Hersek seçimlerinde reformist adayların CB Konseyi üyeliklerini kazanmaları heyecan oluştururken, devlet, entite ve kanton düzeylerinde milliyetçi ve statükocu partilerin gücünü koruduğunu görüyoruz. Bu durum Bosna Hersek’te karar alma mekanizmalarının kilitlenmesi, hükümetlerin kurulmasının gecikmesi gibi problemler doğurabilir. Zira yürütme görevi çoğunlukla yerel meclislerde ve ülkenin anayasal halklarına vurgu yapan milliyetçi partiler bu meclislerde çoğunluğu elinde bulundurmaya devam ediyor. Sandıklar kapanır kapanmaz Yüksek Temsilcilik tarafından alınan seçim yasası değişikliği kararının da Bosna halkının değişim talebine gölge düşürdüğü ve Bosnalı, sivil, reformist güçlere verilen desteği baltaladığını söyleyebiliriz.

Ezcümle, Bosna Hersek seçim sonuçları ile gücün yozlaştırdığı statükocu aktörlerin ebedi olmadığının ve değişimin mümkün olduğunun görülmesine rağmen bu sürecin hiç de kolay olmayacağı anlaşılıyor.


Bu yazı ilk olarak SERBESTIYET'te yayınlanmıştır. 

https://serbestiyet.com/ozel-haber/bosna-hersek-secimlerinde-ne-oldu-savasta-dokulen-kanlar-bosa-mi-gitti-106243/


19 Ağustos 2022 Cuma

Sığınmacılar ve Düzensiz Göçmenler: DEVA Partisi Eylem Planı

 Bugün Türkiye’nin en önemli sorunları nedir?” diye sorduğumuzda sığınmacılar ve düzensiz göç meselesi ilk sıralarda yerini alıyor. Metropoll araştırmanın Ağustos 2021’de yaptığı anket çalışmasına göre sığınmacıların ülkelerine dönmesini isteyenlerin oranı genel olarak %82 dolayındayken, bu oran AK Parti seçmeninde %85 olarak görünüyor. Toplumda sığınmacılara yönelik tepkiler her geçen gün artarken, politika yapıcıların bu meseleye ilişkin kapsamlı bir politika önerisi getirmekten yoksun olduğunu görüyoruz. Otobüslere bindirip geri göndeririz ile gönderemezsiniz arasında süren tartışmalar ve ayağı yere basmayan söylemler ise yaklaşan seçimlere yönelik rol çalma girişimi olarak görünürken, tüm sığınmacıları otobüslere doldurup geri göndermekten bahseden politikacıların toplum nezdinde puan kazandığı da anketlere yansıyor. Hal böyleyken kurulduğu günden bu yana daha çok ekonomik konularda öne çıkan DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın geçtiğimiz gün soluna Adalet ve Hukuk Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, sağına da Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Başkanı Abdurrahman Bilgiç’i alarak açıkladığı, Sığınmacı Sorununun Çözümü ve Düzensiz Göçün Önlenmesi başlıklı eylem planı özellikle incelenmeyi hak ediyor.

DEVA Partisi’nin sığınmacılar ve düzensiz göç konusunu uluslararası hukuk, dış politika, uluslararası işbirliği ve külfet paylaşımı çerçevesinde ve sadece devletleri değil, bireyleri de referans alarak akademik bir yaklaşımla ele aldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Hazırlanan eylem planı 32 sayfadan ve üç ana bölümden oluşurken her başlık altında konunun nedenlerine ve nasıllarına odaklanılıyor. Neden böyle bir politika geliştirdiklerini ve o politikayı nasıl uygulayacaklarını anlattıkları bu kapsamlı çalışma iktidara geldiklerinde 90 ve 360 gün içerisinde uygulayacakları politikaları anlatan bir tablo ile son buluyor. Açıkçası bu plan toplum tarafından nasıl algılanır ve bir karşılığı olur mu bilemiyorum. DEVA Partisi’nin buna benzeyen ve ekonomiden tarıma, yerel yönetimlerden çevre ve iklim konularına kadar uzayan birçok eylem planı var ancak seçmen bu planlardan ne kadar haberdar veya bu planları ne kadar destekliyor soruları bir muamma. Her ne kadar DEVA yöneticileri anketlere önem atfetmese de seçim anketleri DEVA’nın henüz %5 bandına dahi ulaşmadığını gösteriyor. Böyle kapsamlı, akademik zemine sahip eylem planları sebebiyle DEVA Partisi’nin bir siyasi partiden çok düşünce kuruluşu gibi hareket etmekle eleştirildiğini de not edelim.

DEVA Partisi, sığınmacı ve düzensiz “göç yönetimini güçlendirmeyi” vaat ettiği eylem planında kitlesel akınlar ve düzensiz göçün uluslararası bir mesele olduğuna dikkat çekerken dünyanın zengin ülkelerinin mültecilerin sadece %15’ine ev sahipliği yapmasını eleştiriyor ve külfet paylaşımını öne çıkarıyor. Bununla beraber kamuoyunda da sıkça dillendirilen Türkiye’nin göçmenler için tampon bölgesi olduğu söylemine Arap ülkelerini de ekleyerek Türkiye’nin Avrupa ve Arap ülkeleri tarafından göçmen ve sığınmacı merkezi olarak görülmesine müsaade etmeyeceklerini ifade ediyor. Göç yönetimini güçlendirmek için nitelikli personel, işleyen kurumlar, merkezi-yerel yönetim işbirliği ve mevcut personel kapasitesinin geliştirilmesine vurgu yapılıyor.

Eylem planında yer alan; belediyelerin bütçelerinde sadece orada yaşayan vatandaşların değil sığınmacıların da dâhil edilerek tüm nüfusa göre düzenleme yapılacağı, dezenformasyonla mücadele edilerek şeffaf olunacağı, nefret suçlarına ilişkin Türk Ceza Kanunu’nun işletileceği ve sığınmacıların araçsallaştırılmasına son verileceği, kayıt dışı istihdam ve hak ihlallerine ilişkin denetimin sağlanacağı gibi ifadelerden insanın merkeze alındığı, hem Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları hem de sığınmacıların referans nesnesi alındığı rahatlıkla görülüyor. Dolayısıyla DEVA Partisi popülist, salt devletçi-güvenlikçi bir bakış açısından çok insanı merkeze alan gerçekçi bir yaklaşımı benimsiyor. Bu yaklaşımı da sınır güvenliği ve kamu düzenini sağlamak, kuralsızlığı sona erdirmek gibi önlemlerle sağlayacağını belirtirken, bireylerin mağdur olmaması için de Uluslararası Koruma Statüsü Belirleme Merkezleri kurmayı ve idari yargı altında ihtisasa dayalı Göç Mahkemeleri oluşturmayı öneriyor. 

Suriyelilerin geri dönüşüne ilişkin gerçekleştirilecek politikalar sayıp döküldükten sonra kullanılan “kitlesel akınla gelenlerin sayısının ciddi ölçüde azaltılmasını sağlayacağız” ifadesi ise pragmatik-popülist olmaktan ziyade gerçekçiliğin tercih edildiğini gösteriyor. DEVA Partisi göçte genel eğilim olan sığınmacıların/mültecilerin kalıcılığını göz önünde bulundurarak bütün Suriyeliler evlerine gidecek, gönderilecek demiyor. Yine gerçekçi bir yaklaşımla Suriyelilerin geri dönüşü için Suriye’de çözümün tarafı olunacağı, bu çözümün ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Aralık 2015’te aldığı 2254 sayılı karar çerçevesinde olacağı belirtiliyor. Çözüm için uluslararası işbirliğini harekete geçirecek tutarlı, itibarlı bir dış politika uygulanacağı vurgulanıyor.

Eylem planında Suriyelilerin gönüllü ve güvenli geri dönüşü gerçekleşene kadar hâlihazırda devam eden sorunlara da işaret ediliyor. İkamet illeri dışına izinsiz çıkışların, izinsiz-ruhsatsız çalışma ve çalıştırılma ile işyeri açılmasının, çocuk işçi çalıştırılmasının denetlenerek engellenmesi, Suriyeli çocukların eğitime devamının sağlanması ve Türkçe dil kursları ile Türkçe öğreniminin teşvik edilmesi hedefleniyor. İstismar, gettolaşma, emek sömürüsü gibi hususlara vurgu yapılırken kamuoyunda sıkça tartışılan Suriyelilerin vatandaşlığı meselesine de istisnai vatandaşlık başlığında yer veriliyor. Geçici koruma statüsündekilerin Türkiye mevzuatına göre vatandaşlık başvurusu yapamayacağı bilinmesine rağmen 200 bin civarında Suriyeli’nin istisnai vatandaşlık kapsamında neye göre vatandaş yapıldığı sorgulanırken, istisnai vatandaşlığın koşullarının tüm yabancılar için daraltılması öngörülüyor.

Ezcümle; düzensiz göçü engellemeye ilişkin sınır güvenliğinden başlayıp kaynak ve üçüncü ülkelerle işbirliğine ve mevcut düzensiz göçmenlerin geri iadesine kadar uzanan, istisnai vatandaşlık konusunda kısıtlamalar getirmeyi hedefleyen, göç yönetiminin kurumsal ve insani kapasitesini geliştirmeyi amaçlayan kapsamlı bir metin var. DEVA Partisi Suriyeliler konusunu özel olarak ele alarak, Suriyelilerin sadece geri gönderilmesini değil, o sürece kadar mevcut durumdaki düzensizlik ve eksikliklerin giderilmesini amaçlayan, göçü de dünün ve bugünün meselesi olarak değil yarının önemli bir politika alanı olarak gören bir eylem planı ile seçmene sesleniyor. Türkiye kurulduğu günden bu yana göçlerle sınanmasına rağmen göçe ilişkin mevzuatın hep arkadan geldiği bir ülke durumundayken bir siyasi partinin -elbette önemli bir gündem maddesi olması sebebiyle de- böyle kapsamlı bir politika belgesi hazırlamasını takdir etmek gerekiyor. Eylem planında dikkat çeken bir başka husus ise göç yönetiminin şeffaf ve hesap verilebilir bir şekilde üniversite, düşünce kuruluşları ve ilgili kurumları da kapsayacak şekilde çok taraflı ve ortak akla dayanan bir şekilde ele alınacağı. Birçok konuda alelacele alınan kararların hemen birkaç gün içinde düzeltildiği, değiştirildiği bir ortamda hepimizin gündelik yaşamına sirayet eden konularda ortak akla vurgu da çok önemli.

DEVA Partisinin eylem planları seçmene ne kadar ulaşacak ve seçmeni ne kadar tatmin edecek sorusunun cevabını ise önümüzdeki seçimlerde göreceğiz. Bir sonraki yazıda ise DEVA Partisi’nden hemen bir gün sonra kamuoyuna duyurulan Gelecek Partisi’nin “Düzensiz Göç Sorunu ve Çözüm Önerileri: Gelecek Modeli” başlıklı raporuna göz atacağız.

Burak YALIM

Bu yazı ilk olarak TUİÇ Akademi web sitesinde yayınlanmıştır. 

Kaynakça

Metropoll: Halkın yüzde 82’si, AKP seçmeninin yüzde 85’i Suriyelilerin geri dönmesini istiyor, (2022). T24https://t24.com.tr/haber/metropoll-halkin-yuzde-82-si-akp-secmeninin-yuzde-85-i-suriyelilerin-geri-donmesini-istiyor,1021483  (Erişim Tarihi: 18 Ağustos 2022)

Muhalefet Partilerinin Göçmen Politikaları, (2021). TUİÇ Akademihttps://www.tuicakademi.org/muhalefet-partilerinin-gocmen-politikalari/ (Erişim Tarihi: 18 Ağustos 2022)

DEVA İktidarının Sığınmacı Sorunun Çözümü ve Düzensiz Göçün Engellenmesi Eylem Planı, (2022). DEVA Partisihttps://devahazir.devapartisi.org.tr/deva-iktidarinin-siginmaci-sorununun-cozumu-ve-duzensiz-gocun-engellenmesi-eylem-plani/ (Erişim Tarihi: 18 Ağustos 2022)

Birleşmiş Milletler Ekseninde Suriye Krizi: Alınamayan Müdahale, (2021). TUİÇ Akademihttps://www.tuicakademi.org/birlesmis-milletler-ekseninde-suriye-krizi-alinamayan-mudahale/  (Erişim Tarihi: 18 Ağustos 2022)

Bakan Soylu vatandaşlığa geçen Suriyeli sayısını açıkladı, (2022). NTVhttps://www.ntv.com.tr/turkiye/bakan-soylu-vatandasliga-gecen-suriyeli-sayisini-acikladi,3gMxI4t_BEyg8ZJhmYg0Vg (Erişim Tarihi: 18 Ağustos 2022)

Düzensiz Göç Sorunu ve Çözüm Önerileri: Gelecek Modeli, (2022). Gelecek Partisihttps://gelecekpartisi.org.tr/uploads/dosyalar/goc-raporu-1660857614-tr.pdf (Erişim Tarihi: 19 Ağustos 2022)

17 Ağustos 2022 Çarşamba

Çeviri: Alija Izetbegović’i Zamanla Nasıl Daha İyi Anladım

 

Bu yazı, Dr. Emir Suljagic’in ‘Anadolu Agency’ için kaleme aldığı “How I came to understand Alija Izetbegović better over time” başlıklı yazısından çevrilmiştir. Yazının aslını aşağıdaki bağlantıdan bulabilirsiniz.

How I came to understand Alija Izetbegović better over time

Adamla (Alija Izetbegović) sadece bir kez tanıştım. Sarajevo şehir merkezindeki Dom Armije’nin merdivenlerinden iniyordu. Yaz tatilini bir soykırım konferansında gönüllü olarak geçiren bir öğrenciydim. Birbirimizin yanından geçerken başını salladı, ben de ona karşılık verdim ve onu olabildiğince kibar bir şekilde selamladım. Aslında ona kızgındım.

Izetbegović, insanlık dışılığın hüküm sürdüğü bir meslekte çok fazla insandı

Bağımsız Bosna Hersek’in ilk cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç ile her zaman karmaşık bir ilişkim oldu. Srebrenitsa’dan çıktıktan sonra nasıl bir barış imzaladığı ve nasıl bir devlet kurduğu hakkında sorularla yanıp tutuşuyordum.

Ben bir devletçiydim ve Dayton Barış Anlaşması’ndan çıkarmamız gereken devlet tipinin daha sağlam olması gerektiğine inanıyordum. İkiyüzlü diplomatların savaş suçlularıyla yiyip içtiği bir ortamda, insanlık dışılığın hüküm sürdüğü bir meslekte, Izetbegović’i yumuşak ve fazlasıyla insani buldum.

Birkaç yıl sonra, gazetem Dani için ABD’nin eski Hırvatistan Büyükelçisi Peter Galbraith ile röportaj yaptım. Pek çok yönden ufuk açıcıydı. Bir diplomat için benzersiz bir samimiyet anında, Galbraith, Eylül 1995’te Bosnalı Sırp başkenti Banja Luka’ya girmeden önce ortak saldırılarını durdurmaları için Hırvat ve Bosna hükümetlerine baskı yapılmasında ABD dış politikasının değerlendirmelerini açıkladı.

Çalışmak zorunda olduğu ortam zordu

Dayton’da müzakereleri yürütme ve barışı sağlama konusundaki temel kaygı, Sırbistan’ın Slobodan Milošević rejiminin istikrarını sağlamaktı. ABD, “yer değiştirecek 400.000 kişilik bir mülteci dalgasının (…) ve bunun yol açacağı felaketin sonuçları” olarak Sırbistan’da siyasi istikrarsızlık olabileceğinden endişe duyuyordu.

Srebrenitsa’nın düşmesinden üç ay sonra, ABD hükümetinin bu konuda sahip olması gereken tüm kanıtlara rağmen –neyse ki ABD makamları tarafından eski Yugoslavya Hakkındaki Uluslararası Ceza Mahkemesine (ICTY) önemli deliller ve önemli soruşturma yardımları sunuldu- hala öncelikli olarak Milošević rejimini korumakla ilgileniyordu. ABD’nin tepkisini son derece alaycı buldum. Bu ayrıca, Alija Izetbegović’in faaliyet göstermek zorunda olduğu uluslararası bağlam ve ortam hakkında düşünmeye başlamamı sağladı.

Müslüman olduğu gerçeğini asla aşamadılar

Bugün, Volodymyr Zelenskyy’den çok daha önce Alija Izetbegović’e, uluslararası diplomatlardan ve müzakerecilerden oluşan alaycı bir sınıf tarafından halkının yok edilmesi ile ülkesini parçalamak arasında bir seçim teklif edildiğini anlıyorum. Batılı diplomatik ve siyasi kurumların vefatından sonra üzerine yığdığı tüm güzel sözlere rağmen, meselenin gerçeği şu ki doksanlar boyunca onu dini terimler dışında reddettiler. Evet, o bir Müslümandı ve bu gerçeği asla aşamadılar. Onunla müzakere ederken, halkına karşı soykırımı meşru bir diplomatik araç olarak gördüler.

Izetbegović ile hiç konuşmadım ama sonraki yıllarda ICTY’nin tek Bosnalı muhabiri olarak onun diğer devlet başkanları, başbakanlar, bakanlar ve birçok sözde “özel elçiler” ile yapılan görüşmelerde dış dünya dinlemezken neler söylediğini okuma fırsatı buldum.

Kararlıydı, ülkesi için ayağa kalktı

Dürüst olmak gerekirse, onun hakkında zaten sahip olduğum inançların kanıtını arıyordum ama tamamen farklı bir şey buldum. En zayıf anında bile ülkesini, Bosna Hersek vatandaşlarını ve kendi değerlerini savunabilecek kararlı bir adam buldum. Bosna-Hersek’in, 1990 yazından 1992 baharına kadar olanlar dışında başka hiçbir koşulda bağımsızlığını kazanması imkansız olurdu.

Tarihte uluslararası olarak ender görülen bir andı, ancak bölgesel olarak eşit derecede önemliydi. Alija Izetbegović onun ne olduğunu anladı ve ona göre hareket etti. Bu durumu anlamak ve başarılı bir şekilde Sırbistan’ın Slobodan Milošević’ini ve Hırvatistan’ın Franjo Tuđman’ını birbirlerine karşı oynamak onun yeteneği değil miydi, öyle olmasa Bosna-Hersek muhtemelen bir Sırp eyaleti olarak sona erecekti ya da en iyi ihtimalle Sırbistan ile Hırvatistan arasında bölünecekti. Hem Milošević hem de Tuđman, Bosna’nın bağımsızlığına giden süreçte kararlarından çabucak pişman oldular. Bunu “düzeltmeye” çalıştılar, ancak planları için çok geçti, 1992 yazının sonlarına doğru Bosna halkı önlerine çıktı.

Başkalarının almayacağı kararlar aldı

Izetbegović, o dönemde bazı Bosnalı politikacıların vereceğinden şüpheli olduğum önemli kararlar verdi. Bosna’yı yalnız bırakmayacak ve bir tür Büyük Sırbistan’da Sırbistan’la sıkışıp kalmayacaktı, ancak başka yerlerde bağımsızlık peşinde koşacak çok az müttefiki olduğunu da biliyordu. O, önceki iki yüz yıl boyunca Müslümanların Avrupa’dan çekilmesiyle oluşmuş bir adamdı -tıpkı dedelerimin nesli gibi- ve başlangıçta, diğer birçok Bosnalı ve Müslüman lider gibi, Avrupa ile Avrupa’nın şartlarına göre anlaşmaya çalıştı. Planladı ya da planlamadı, masadaki ilk Boşnak ve Müslüman oldu ve barışın da bizim şartlarımıza uymasını sağladı.

Belki yaşlandım ve yumuşadım, ama Bosna’nın bağımsızlığını kazanmanın ne kadar zor olduğunu ve her birimizden neler aldığını hala anladığımızı sanmıyorum. Alija Izetbegović hakkında hala çok şey söyleyebiliriz ama hepimizle birlikte olmadığını ya da mücadelesinin olmadığını söyleyemeyiz. Bunu Alija Izetbegoviç için inkâr etmek, onun Boşnak ve Müslüman olduğunu inkâr etmek olur. O, Boşnak ve Müslüman olmaktan kıvanç duyardı.

Yazar: Dr. Emir SULJAGIC

Çeviren: Burak YALIM

Daha fazla...


Yazar Emir Suljagic, Srebrenica Memorial Center’ın yöneticisidir. Uluslararası Saraybosna Üniversitesi (IUS) Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yarı zamanlı öğretim görevlisi olan Dr. Suljagić, aynı zamanda iki kitabın da yazarıdır: “Ethnic Cleansing: Politics, Policy, Violence – Serb Ethnic Cleansing Campaign in former Yugoslavia” and “Postcards from the Grave”

22 Mayıs 2022 Pazar

Finlandiya ve İsveç’in NATO Üyeliği: Türkiye Oyunbozan mı?

Uzun yıllar sonunda tarafsızlığını bırakıp NATO’ya üye olmaya karar veren İsveç ve Finlandiya’nın ittifaka üyeliği, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “olumsuz bakıyoruz” çıkışı ile tartışma konusu haline geldi. Türkiye’nin 1952 yılından bugüne üye olduğu Kuzey Atlantik İttifakı’na yeni bir üyenin dâhil olması için üyelerin oybirliği şart. Dolayısıyla İsveç ve Finlandiya’nın tarihi kararı ve Batı cephesi için de çeşitli sebeplerle stratejik olan üyelik süreci Türkiye’nin itirazına takılmış durumda. NATO, bilindiği üzere ikinci dünya savaşından sonra Sovyetler Birliği’nin yayılmacı tehdidine karşı kurulan ortak güvenlik örgütüdür. Sovyetlerin yıkılması ve soğuk savaşın sona ermesi, NATO’nun varlığını tartışmaya açmasına rağmen halen varlığını ve önemini koruyor. Özellikle 1990’lı yıllarda Yugoslavya’nın dağılması sürecinde Bosna ve Kosova’daki rolüyle önemini pekiştiren NATO, 11 Eylül’ün ardından ABD’nin Afganistan’a askeri müdahalesinde de önemli rol oynadı.

İsveç ve Finlandiya’nın bugün NATO’ya girme kararı vermesinin ardında Rusya-Ukrayna savaşı önemli faktör olarak görünse de her iki ülkenin de askeri tarafsızlığına rağmen NATO ile ilişkileri geçmişe dayanıyor. İsveç ve Finlandiya ile NATO ilişkileri 1994 yılında Barış İçin Ortaklık (PfP) ile başlıyor. İki ülke, NATO’nun Balkanlar, Afganistan ve Irak’taki operasyonlarında aktif katılım gösterenler arasındaydı. NATO’nun üye olacak ülkeler için öngördüğü açık kapı politikası anlaşmanın 10. maddesinde şöyle ifade ediliyor: “NATO üyeliği, Kuzey Atlantik Anlaşmasının ilkelerini ilerletebilecek ve Kuzey Atlantik Bölgesinin güvenliğine katkıda bulunabilecek konumdaki herhangi bir Avrupa devletine açıktır.” Anlaşmanın 13. Maddesi ise NATO üyesi ülkelere diledikleri zaman ittifaktan ayrılma hakkını tanıyor. NATO’ya üyelik İsveç ve Finlandiya açısından önemli olduğu gibi son tartışmalarla gündeme gelen NATO üyeliğinden çıkarma-çıkarılma gibi bir süreç ise anlaşmada tanımlanmıyor.

Uluslararası medyadan takip ettiğimiz kadarıyla iki tarafsız Baltık ülkesinin NATO’ya giriş kararı almasının tarihi önemi bir yana Türkiye’nin bu konudaki çekinceleri Batı cephesinde kekremsi bir tat bırakıyor.  Anlaşılan o ki Türkiye’nin böyle bir tepki vermesine şaşıran ve bunu Cumhurbaşkanı düzeyinde dile getiren sadece Finlandiya değil, pek çok ülke ve hatta Türkiye kamuoyu bile şaşkın. Çünkü NATO’nun önemli partnerlerinden olan Türkiye bugüne kadar ittifakın genişleme süreçlerine destek vermiş, hatta bu olumlu tavrı dönemin NATO Başkomutanı Rogers’in asker sözüne güvenerek Yunanistan’ın askeri kanada geri dönüşünde bile göstermişti.

Türkiye’nin iki ülkenin üyeliklerine yönelik olumsuz tavrı İsveç’in PKK ve Suriye uzantısı YPG’ye dönük örtülü ve hatta zaman zaman açık desteği ile ilgili ve bunu da en yetkili ağızlardan dile getiriyor. Ancak ilginç olan Finlandiya’nın da bu negatif tutuma kurban gidiyor olması. Sanki NATO üyelikleri aynı anda onaylanmak zorundaymış gibi bir durum var. Rusya’nın Ukrayna’ya uyguladığı saldırı ve işgal, uzun yıllardır tarafsız olan bu iki ülkeyi NATO üyelik başvurusuna zorlamış görünüyor ancak İsveç’in coğrafi konumu Finlandiya’ya nazaran Rus tehlikesinden daha uzak. Finlandiya, Rusya ile yaklaşık 1400 km sınıra sahip. Ayrıca Finlerin Sovyetler ile savaş anıları da İsveç-Rus savaşlarına göre çok daha taze. Fakat şu ana kadar ne Türkiye’den ne de NATO’nun en büyük gücü ABD’den veya bir başka üye ülkeden Finlandiya ile İsveç’in NATO üyeliğini ayrı ayrı değerlendirme önerisi gelmiş değil.

Hal böyle olunca her iki ülkenin üyeliklerinin sadece Rusya-Ukrayna savaşının tetiklemesinin ötesinde anlamlara sahip olduğu düşünülüyor. Önümüzdeki yıllarda Arktik bölgesinin doğal kaynakları ile jeo-stratejik öneminin artacağı söyleniyor. Finlandiya ve İsveç 8 Arktik ülkesinden ikisi ve bu bölgedeki doğal kaynak rekabetinde NATO üyesi olmalarının onlara avantaj sağlayacağını söylemek yanlış değil. Elbette NATO açısından da Arktik bölgesinde iki yeni üyeye sahip olmak önemli bir avantaj olacaktır. Almanya’nın ABD ve İngiltere’ye göre Rusya’ya karşı daha yumuşak ve savaşı önleyici çözümler aradığı, ancak ABD ve İngiltere’nin savaşı kaçınılmaz kıldığı iddia ediliyor. Almanya’nın NATO üyesi Estonya’dan Ukrayna’ya gidecek olan Alman menşeili Howitzer Obüslerini engellediği sır değil. Ayrıca Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” çıkışı ve Avrupa güvenliği için bir Avrupa Ordusu kurulmasına yönelik çabaları da biliniyor. İsveç’in iki asır ve Finlandiya’nın yaklaşık 80 yıllık tarafsızlık politikasını değiştirmeye vesile olan Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi, aslında diğer taraftan NATO’yu tıpkı 90’larda Balkanlarda olduğu gibi yeniden göreve çağırıyor.

İki ülkenin ve NATO’nun istifade edeceği bu genişlemeye Türkiye’nin kendi güvenlik gerekçeleri ile sıcak bakmaması anlaşılabilir. Fakat Türkiye’nin bu tavrı nedeniyle güvenilirliğini kaybedeceği, yalnız kalacağı iddiaları çok da gerçekçi değil. Gözden kaçırılan şu ki Türkiye’nin eline böyle bir fırsat 40 yılda bir gelir. Evet, fırsat diyorum çünkü uluslararası ilişkiler veya uluslararası politika biraz da fırsatlar, krizler, tehditler, çözümler, diplomasi vs. değil mi? Eğer bugün Rusya’nın işgal girişimi NATO’yu yeniden önemli kılıyor, Avrupa ordusu tartışmalarını unutturuyor, Almanya’yı 100 milyar Avroluk savunma bütçesine zorluyor ve uzun yıllar tarafsız kalan iki ülkeyi NATO’ya başvurmaya sevk ediyor ise Türkiye’nin konumunu yeniden değerlendirmemize imkan tanımasını yadırgamamak gerekiyor. 

NATO bugün 30 üyeye sahip ve haritaya baktığımızda Rusya sınırına dayanmış durumda.  Avrupa kıtasında tarafsızlığını korumak isteyen İsviçre-Avusturya hariç NATO üyesi olmayan Bosna Hersek, Sırbistan, Kosova, dışında ülke yok. İsviçre ve Avusturya Avrupa’nın göbeğinde ve görece güvenli bölgedeler. Bosna Hersek’in üyeliğini ise Türkiye uzun zamandır destekliyor ve hatta bunun için çaba gösteriyor. Sırbistan ise NATO üyesi olmak istemiyor. Geriye henüz NATO üyesi olmamış iki ülke kalıyor, Finlandiya ve İsveç. Türkiye’nin bu durumu bir avantaj olarak kullanmaması, pazarlık konusu haline getirmemesi ve ABD ve AB ülkeleri ile ilişkilerinde bir manivela olarak değerlendirmemesi hata olurdu.

Ayrıca Türkiye’nin bu hususta yeterince haklı sebebi de bulunuyor. ABD’nin YPG’ye olan desteği sır değil, öte yandan İsveç’in de 2023 yılı bütçesinde yaklaşık 350 milyon dolar yardım ayırdığı, YPG üst düzey yöneticilerini ağırladığı biliniyor. Ancak bunların da ötesinde, Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin; Suriye, Ermeni Sorunu, Yunanistan ile ilişkiler, Kıbrıs sorunu, FETÖ, PKK, YPG terör örgütleri gibi hususlardaki politikaları da Türkiye’nin hafızasındaki taze konular. NATO’nun tarihi-stratejik genişlemesi için oybirliğine ihtiyaç duyulurken Türkiye’nin bunları anımsamasına şaşılmamalı. Türkiye bugüne kadar NATO’nun her genişlemesine destek olan, Yunanistan ve Fransa’nın askeri kanada dönüşüne engel çıkarmayan üyesi olduğunu hatırlatarak bugün gördüğü sakıncaları da açıklıkla anlatmalı.

Unutmayalım ki Kuzey Makedonya’nın NATO üyeliği bir isim meselesi yüzünden Yunanistan tarafından yaklaşık 10 yıl bloke edildi. Makedonya ismini değiştirerek Kuzey Makedonya yaptı ve ancak böylelikle NATO üyesi olabildi. Ayrıca NATO üyeliği için ülkelere uygulanan üyelik eylem planı niçin Finlandiya ve İsveç’e uygulanmasın? Birer Avrupa Birliği üyesi olan iki ülkenin NATO ile ilişkileri ve işbirliği 1994’e kadar geri götürülüyor olsa bile anlaşma metninde bu ülkeler için üyelik eylem planı uygulanmaz şeklinde bir ifade yok. Üyelik eylem planlarının ayrı ayrı uygulanması Finlandiya’nın hızla üyeliğini getirirken bu aşamada İsveç’in de Türkiye’nin taleplerine cevap vermesi sağlanabilir. Üyelik eylem planları uygulanırken Türkiye ve varsa diğer üye ülkeler de çekince ve beklentilerini rahatlıkla masaya koyabilir. Türkiye’nin bu iki ülkenin üyeliğine koyduğu çekince İsveç’in PKK, YPG ilişkisinin çok ötesinde anlamlar barındırıyor olabileceği de ayrıca değerlendirilmeli.

20 Nisan 2022 Çarşamba

Irkçılık ve Politik Doğruculuk Arasında Göç Meselesi

 Her doksan beş kişiden birinin zorla yerinden edildiği ve BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin verilerine göre 82.4 milyon insanın evlerinden ayrılmaya zorlandığı günümüzde, bunların yaklaşık yarısının 18 yaşın altında olduğunu bilmekte fayda var. Sadece 24 Şubat 2022’den bugüne kadar Rusya’nın başlattığı savaş ve işgal girişimi nedeniyle evlerinden ayrılmak zorunda kalan Ukraynalıların sayısı 4.9 milyondur (UNCHR, 2022). Ülkelerinden ayrılıp dünyanın farklı yerlerinde yaşamını sürdürenlerin sayısı ise Uluslararası Göç Örgütü verilerine göre Aralık 2021’de yaklaşık 281 milyon (IOM, 2022). Bu rakamlar, ülke sınırlarını değiştirmiş insanları ifade ediyor. Oysa hesaba katılmayan ülkeleri içinde yerinden edilmiş kişiler ve ülkelerin bölgesel eşitsizlikleri sebebiyle büyük şehirlere, sanayi bölgelerine iş-eğitim-sağlık gibi gerekçelerle gidenleri düşündüğümüzde göç veya insan hareketliliğinin aslında her birimizin hayatının merkezinde olduğunu kavrayabiliriz.

Gönüllü veya zorunlu, düzenli veya düzensiz her ne şekilde olursa olsun bir yerden ki orası genelde her şeyi elimizin altında kolayca bulabildiğimiz ve sevdiklerimizle birlikte anılar biriktirdiğimiz ve ev dediğimiz yerden gitmek aslında hiç kolay bir karar değil. Bu karar ülke sınırlarını aşıp, farklı bir dil, farklı bir kültür ve kurallar bütünüyle yaşamayı gerektirdiğinde ise çok daha zor olurken, bir de zorunlu olarak veriliyorsa yukarıda istatistiklerden elde edilen rakamların her biri aslında özgün bir hikâye, yaşanmışlık ve insan hayatı demek oluyor.

Türkiye dışında yaşamakta olan vatandaşlarımızın sayısı Dışişleri Bakanlığı verilerine göre 6.7 milyon ve bunların 5.7 milyonu Avrupa ülkelerinde hayatını devam ettiriyor (MFA Turkey, 2022). Bugünün Türkiyesi’nden bakıldığında belki de şanslı olduklarını düşüneceğimiz Avrupa’daki vatandaşlarımızın da aslında özgün hikâyeleri var. 1990 yılında yabancı dilde en iyi film Oscar’ını kazanan Umuda Yolculuk filminde Maraşlı Alevi bir ailenin sadece kartpostallarda gördüğü İsviçre’ye uzanan hikâyesi gibi 1960’larda başlayan emek göçü ile Almanya’ya gidenlerin hikâyeleri de her ne kadar birer tercih gibi gözükse de aslında daha iyi yaşam için birer umut yolculuktu. Dolayısıyla göçün zaruri mi gönüllü mü olduğu da çok göreceli bir meseledir.

Son dönemde sosyal medya üzerinde başlayan #mültecilerevine ve #GocmenlerleYanyanayız tartışması aslında yeni ortaya çıkmadığı gibi uzun yıllar boyu Türkiye’nin gündemini belirleyecek. Bugün resmi rakamlara göre Türkiye’de 3.7 milyon civarında geçici koruma statüsünde Suriyeli (Göç İdaresi Başkanlığı, 2022), yaklaşık 322 bin uluslararası koruma başvurusu sahibi (UNHCR, 2022) ve yaklaşık 1.4 milyon ikamet iznine sahip olmak üzere toplamda yaklaşık 5.5 milyon yabancı bulunmaktadır. Bu sayıya sınırları aşarak ülkeye giriş yapan ve tespit edilmemiş düzensiz göçmenler dâhil değildir.

Göçmenler, sığınmacılar ile ilgili tartışmaların son dönemde daha çok yapılıyor olmasının birçok sebebi var. Kabaca açıklamak gerekirse yabancı sayısının artışı, kalma sürelerinin uzaması ve dolayısıyla görünürlüğün çoğalması ile birlikte ülkedeki ekonomik sorunlar, işsizlik ve hayat pahalılığı, gözlerin sığınmacı ve düzensiz göçmenlere çevrilmesine yol açtı.

Sosyal medyada yapılan paylaşımlardan gördüğüm kadarıyla iki ana akım düşünce ortaya çıkıyor; politik doğrucular ve göçmen karşıtları. Politik doğrucular insan hakları, mülteci hakları perspektifinden olaya yaklaşırken, göçmen karşıtlarının ulus-devlet paradigması temelinde olaya yaklaşarak sınır güvenliği, geri gönderme gibi konuları ön plana çıkardığı ve zaman zaman da ırkçı tepkiler verdikleri görülüyor.

Maalesef dünya saf iyiliğin hüküm sürdüğü ideal bir yer değil. Coğrafyanın da kader olduğu bir gerçek. Ukrayna’dan kaçanların yarısından fazlasının Polonya ve Romanya’da, Suriye’den kaçanların yoğun olarak Türkiye, Lübnan ve Ürdün’de olmaları tesadüf değil. Afganların da 1.4 milyonu Pakistan, 780 bini ise İran’da kayıtlı (IOM, 2022). Dolayısıyla göç akınlarından en çok komşu ülkeler etkileniyor.

Peki, sınır güvenliğini arttırmak düzensiz göç akınlarına karşı etkili bir önlem mi? Ülkemize en çok düzensiz geçisin olduğu Türkiye-İran sınırına nazaran kontrolü çok daha kolay olan ABD-Meksika sınırında geçtiğimiz Mart ayında iki yüz on bin düzensiz göçmen yakalandı. Bu sayının 2000 yılının Şubat ayından bu yana bir ayda gerçekleşen en yüksek düzensiz göçmen tutuklaması olduğu ve ancak yaklaşık yarısının sınır dışı edildiği belirtildi (Reuters, 2022).

Düzensiz göçün kontrolü ve sınır güvenliği açısından bir başka örnek ise göçü olabildiğince dışsallaştıran ve sınır güvenliğini FRONTEX gibi sadece sınır yönetimi için operasyonel bir ajansa bırakan Avrupa Birliği (AB) gösterilebilir. FRONTEX’in açıkladığı verilere göre 2022 yılının ilk iki ayında AB’nin dış sınırlarında yasadışı geçişler bir önceki yıla göre %61 artarak 27.000’e yükseldi. (FRONTEX, 2022).

Türkiye Göç İdaresi Başkanlığı verileri ise 14 Nisan 2022 itibariyle ülkeye girişi engellenen düzensiz göçmen sayısının 127.256, ülke içinde operasyonlarla yakalananların ise 52.076 olduğunu, 2022 yılı içerisinde sınır dışı edilen düzensiz göçmen sayısının da 21.087 olduğunu gösteriyor.

ABD, AB ve Türkiye’ye yönelik düzensiz göç rakamlarına baktığımızda imkân-kapasite eksikliği ve sınırların doğal koşullarının zorluğuna rağmen Türkiye’nin görece başarılı bir sınır güvenliği politikası izlediğini söylemek mümkün. Sınır güvenliğinin düzensiz göçün engellenmesinde önemli bir araç olduğunu kabul etmekle birlikte tek başına yeterli olmadığını görmemiz açısından bu karşılaştırmaların önemli olduğunu düşünüyorum.

Sınır güvenliği düzensiz göçü durduramıyorsa ki en modern önlemlerin alındığı yerlerde dahi insan akışının devam ettiğini görüyoruz, ülkeye giren düzensiz göçmenlerle ilgili nasıl politikalar izlemeliyiz? Bu noktada göçmen karşıtlığıyla ilişkili, bazen ırkçılığa kadar uzanan ve Türkiye’de yükselmekte olan “geri gönderelim ve hatta gerekiyorsa zorla gönderelim” tezlerine yer ayırmak istiyorum.

Türkiye’nin de taraf olduğu 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin 33. Maddesi Geri Göndermeme İlkesi’ni (non-refoulement principle) şöyle tanımlar “Uluslararası insan hakları hukuku uyarınca, geri göndermeme ilkesi, hiç kimsenin işkence, zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza ve diğer onarılamaz zararlarla karşı karşıya kalacağı bir ülkeye iade edilmemesini garanti eder. Bu ilke, göç durumundan bağımsız olarak tüm göçmenler için her zaman geçerlidir.” (UNHCR, 2022). Dolayısıyla sosyal medyada sıkça dolaşan “geri göndermeme ilkesi mülteci statüsünde olanlar için geçerlidir” ifadesi doğru değildir.

Dolayısıyla gerek geçici koruma statüsündeki Suriyeliler, gerekse düzensiz göçmenler için de geri göndermeme ilkesi bir istisna dışında geçerlidir. Geri göndermeme ilkesini tanımlayan 33. Maddenin ikinci bendinde tarif edilen bu istisnaya göre “bulunduğu ülkenin güvenliğine yönelik bir tehlike olarak kabul edilmesi için makul gerekçeler bulunan veya bir mahkemenin nihai kararıyla mahkûm edilmiş olanlar” bu ilkenin dışında tutulabilir. Sınır dışı etme veya geri gönderme ancak bu durumlarda hukuka uygun olarak değerlendirilebilir ki bu istisnanın uygulanması ile ilgili titizlikle hareket edilmesi gerektiği de ayrıca ifade edilmektedir.

Tartışmanın diğer tarafında yer alan politik doğrucuların insan hakları ve uluslararası sözleşmeler gibi uyarıları doğru olmakla birlikte sadece sığınmacılara odaklanan ve öneriler içermeyen yorumları tepki çekmektedir. Politik doğruculuğun bir başka sorunlu tarafı da önerileri dillendirmek yerine karşılaştıkları ırkçı söylemlere whataboutism (peki şunun hakkındacılık) ile karşılık veriyor olmasıdır. Irkçılığı tespit etmek ve kınamak önemli ancak sığınmacılar konusunda yapılabileceklere odaklanmak ve göç meselesini uluslararası toplumun gündeminde tutmak öncelikli olmalıdır.

Zira göç, uluslararası bir fenomendir. Dolayısıyla ne Türkiye’nin ne de başka bir ülkenin kendi kaynakları ile eşitsizlikler ve çatışmalar sonucu yollara düşen, evlerini-ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanların dertlerine derman olması mümkündür. Bugüne kadar Suriyeli sığınmacılar dünyanın yeterince desteğini göremedi, bugün sayıları beş milyona yaklaşan Ukraynalı sığınmacılar tüm dünyaya göçün ve yerinden edilmenin kültürü, dili, dini olmadığını gösteriyor. Türkiye, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği çatısı altında uluslararası dayanışmayı ön plana çıkaracak bir konferans düzenlenmesinde öncülük yapabilir. Ayrıca dünyadaki sığınmacıların %39’u sadece beş ülkede ikamet ederken, tüm sığınmacıların %85’i gelişmekte olan ülkelerdedir.

İstatistiklerden de görüldüğü üzere 14 Aralık 1967’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen Devlete Sığınmaya İlişkin Beyanname’nin 2. madde 2. bendinde yer alan “bir devlet, sığınma hakkı tanıma ya da tanımayı sürdürme konularında güçlükle karşılaşıyorsa diğer devletler tek başlarına ya da Birleşmiş Milletler aracılığıyla uluslararası dayanışma ruhu içerisinde söz konusu devletin yükünü hafifletmek için gerekli önlemleri alacaktır” ifadesindeki dayanışma ruhu uygulanmamaktadır (Refworld, 2022). Daha güncel bir dayanışma çağrısı olan 2018 yılında BM Genel Kurulunda onaylanan Küresel Göç Mutabakatının göçü ulus ötesi yapısı nedeniyle uluslararası dayanışma gerektiren bir mesele olarak işaret ettiği de hatırlanmalıdır (Global Compact for Migration, 2018). 

Sonuç olarak ülkemizde her geçen gün daha da alevlenen bir tartışma konusu haline gelen sığınmacılar ve göç meselesi politik doğruculuk ve ırkçılığa varan göçmen karşıtlığı arasında gidip gelirken maalesef bundan en çok etkilenen yine sığınmacılardır. Türkiye’nin acilen uluslararası dayanışmayı öne çıkaracak girişimlerde bulunması, uluslararası sözleşmelere bağlı kalmak şartıyla geri gönderme, sınır dışı etme uygulamalarını titizlikle yürütmesi ve yakın gelecekte Suriye’ye dönmesi söz konusu olmayan sığınmacılara yönelik dil, kültür, eğitim ve meslek edindirme konuları başta olmak üzere kapsamlı bir entegrasyon stratejisini hayata geçirmesi gerekmektedir. Konuyu dönecekler-dönmeyecekler ikileminden çıkarıp dönüş için gerekli koşulların oluşturulması adına Suriye’de hakkaniyetli bir çözüm için diplomatik çabaları sıklaştırmak, Suriye rejimi ile geri dönüşü garanti altına alan bir uluslararası anlaşmayı zorlamak, eş zamanlı olarak da üçüncü ülkeye yerleştirme hususunda girişimlerde bulunmak ilk akla gelen uygulamalardır.

Burak YALIM

 

Kaynakça

UNHCR. (2022, 18 Nisan). Figures at Glancehttps://www.unhcr.org/figures-at-a-glance.html 

UNHCR. (2022, 18 Nisan). Ukranian Refugee Situationhttps://data2.unhcr.org/en/situations/ukraine 

The International Organization for Migration (IOM). (18 Nisan 2022). Facts and Figureshttps://www.iom.int/data-and-research  

T.C. Dışişleri Bakanlığı (MFA). (2022, 18 Nisan). Turkish Citizens Living Abroadhttps://www.mfa.gov.tr/theexpatriateturkishcitizens.en.mfa#:~:text=The%20total%20population%20of%20Turks,of%20approximately%2010%20million%2C%20emerges

Tanış, M. (2022, 12 Nisan). Umuda Yolculuk, (Reise der Hoffnung). https://www.tuicakademi.org/reise-der-hoffnung-umuda-yolculuk/

İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı. (2022, 15 Nisan). Yılbaşından Bugüne Kadar 21087 Düzensiz Göçmen Sınır Dışı Edildihttps://www.goc.gov.tr/yilbasindan-bugune-kadar-21087-duzensiz-gocmen-sinir-disi-edildi

İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı. İkamet İzinleri. https://www.goc.gov.tr/ikamet-izinleri

Reuters. (2022, 18 Nisan). US Arrest 210.000 migrants at Mexico border in March, rivaling record highshttps://www.reuters.com/world/us/us-arrests-210000-migrants-mexico-border-march-rivaling-record-highs-2022-04-16/

Frontex (2022, 18 Nisan). Illegal border crossings into EU up %61 in first two months of 2022https://frontex.europa.eu/media-centre/news/news-release/illegal-border-crossings-into-eu-up-61-in-first-two-months-of-2022-gJpxG2

UNHCR. (2022,18 Nisan). Note on non-refoulement submitted by High Commissioner.  https://www.unhcr.org/excom/scip/3ae68ccd10/note-non-refoulement-submitted-high-commissioner.html   

UNHCR, Refworld. (2022, 18 Nisan). Declaration on Territorial Asylumhttps://www.refworld.org/docid/3b00f05a2c.html   

The International Organization for Migration (IOM). (2022, 18 Nisan). Global Compact for Migrationhttps://www.iom.int/global-compact-migration